Modern çağın en büyük sorunlarından biridir paylaşmak. Yetişkinlerin bile temiz duygularla paylaşmaya yanaşmadığı bir zamanda çocuklardan paylaşmayı öğrenmelerini beklemek oldukça zordur. Ancak her zaman usule uygun davranmak başarmak konusunda da bize yardımcı olacaktır. Peki bu usul nasıl olmalıdır?
Her zaman yinelediğimiz gibi çocuklar ebeveynlerini taklit eder. Bu nedenle bizlerin de paylaşmayı hayatımıza yerleştirmemiz bunu da çocuklara göstermemiz gerekir. Paylaşmanın anlamını bilmeyen çocukların öncelikle sosyalleşmiş olup olmadıklarını sorgulamamız gerekir. Sosyalleşmeyi başarıyla gerçekleştiremeyen çocuk paylaşmanın mahiyetini de elbetteki anlayamaz. Yapılması gereken sosyalleşme konusunda çocuğa yardımcı ve destek olmak (sosyalleşmiş çocuk nasıl olur kavramak gerekir.). Bunu gerçekleştirirken paylaşmanın öğretilmesi, paylaşmanın verdiği mutluluğun özendirilmesi ve bunun anlatılarak ya da hal dili ile paylaşılması gerekir.
Paylaşmak günümüz dünyasında zayıflık olarak gösterildiğinden çocukların da elbette bencillik duyguları daha ağır basacak ve paylaşmaya yanaşmayacaklardır. Ancak bilinmelidir ki paylaşımcı davranışlar sonucunda sadece yetişkinler değil, çocuklar da mutlu olurlar. Ancak bu duyguyu hissettiğinde paylaşma davranışına devam edecektir.
Siz çocuklarınıza önerdiğiniz davranışları sağlam zeminde sunarsanız çocuklar da bu davranışı devam ettirmek için kendinde güç bulacaktır.
Elbette paylaşmayı öğrenmiş çocuklarla, öğrenememiş çocuklar karşılaşabilir. Paylaşmayı bilmeyen çocuk bencilliği ile itici olurken, bunu hakkını arama adı altında masum gösterebilir. (Burada yetişkinleri örnek alan çocuklardan bahsediyoruz aksi taktirde çocuk yüreği böyle sığ hissetmez.) Siz ne kadar "paylaşmasını" söylüyorum, "kardeşinle birlikte oyna" diyorum deseniz de çocuk kendi mutluluğu için paylaşmaktan vazgeçecektir. Bu nedenle paylaşmanın gerekliliğinden değil, ruhsal tatmininden bahsetmeniz daha yerinde olacaktır. Örneğin aynı atmosferi, aynı evi paylaşan insanların mutluluğu, kardeşiyle oynarken yalnız kalmadığını hissetmesinin ne büyük mutluluk olduğundan bahsedebilirsiniz. Buna alternatif birlikte bir şeyler yapma teklifiniz "gel birlikte dolaşalım", "benimle film izler misin", "seninle birlikte vakit geçirmek istiyorum" şeklindeki yaklaşımınız paylaşmanın verdiği hazzın bilinçaltına kazınmasını sağlar.
Unutulmaması gereken en önemli nokta ile yazımı tamamlamak istiyorum:
"Sadece ve sadece paylaşmayı bilen toplumlar, bencillikten uzak nesiller yetiştirebilir."
Sayfalar
14 Kasım 2012 Çarşamba
31 Ekim 2012 Çarşamba
Ödevler & Ev Çalışmaları
Okulların açılıp ilk sınavların başladığı şu günlerde evde tatil havasının sindirilip, çocuklara "çalış diye baskı yapılan atmosferi soluyoruz. Halbuki yaz tatilinin etkisi bayram tatilleriyle birlikte pek de geçmemiş gibi... Öte yandan çocuklar hala oyun oynamak, arkadaşlarla gezmek, türlü etkinliklerle uğraşmak ama derse yaklaşmamak istiyor. Sorumluluk sahibi çok az çocuk heveslerine ket vurabiliyor. Bu noktada biz "hadi biraz ders çalış" diye defalarca ikaz ile kendimizi ve çocukları yorabiliyoruz. Peki nedir bunun püf noktası?
Aslında sürekli ders başında olan çocuk ebeveynin dikkatini dağıtmaz. Bizim çocukların sürekli çalışmasını istememiz aslında kendimize özgür zaman bırakma çabamızdandır. Halbuki onların gelişiminden sorumlu olduğumuzu unutuyoruz. Bir diğer nokta şimdiye dek ödev konusunda günlük çalışmalar ve tekrarlar konusunda yeteri kadar motive edemeyip, sınav zamanı çalışmalarını beklemek bizlerdeki ezberci anlayışın en belirgin yansımalarındandır.
Bu vakitten itibaren yapılması gerekenler, günlük tekrarlar yapmak, henüz okula yeni başlayan ya da ilk kademe çocuklar için birebir derslerini birlikte vakit geçirerek yapmak/yaptırmak, daha ileri ki yaşlar için bireysel çalışma zaman ve mekanı sağlamak, moral vermek, başarıya odaklayacak motivasyonu sağlamak, henüz dönem başında olunduğunu ve düzenli çalışma ile yıl sonunda başarıyı yakalayacak vakit olduğuna inanmak ve inandırmak, bunları yaparken çocukları sıkmadan yaşlarına uygun etkinlik oyun, ödül vb. ile çalışmalarını tamamlamalarını sağlamak daha yerinde olacaktır. Ayrıca ebeveynler kendi çocuklarını tanırlar. Bu nedenle ebeveynler, çocuklarımızın mutluluğunu sağlayacak başarıların hakiki başarı olduğunu unutmamalılar.
Başarı dolu bir yıl duasıyla...
Aslında sürekli ders başında olan çocuk ebeveynin dikkatini dağıtmaz. Bizim çocukların sürekli çalışmasını istememiz aslında kendimize özgür zaman bırakma çabamızdandır. Halbuki onların gelişiminden sorumlu olduğumuzu unutuyoruz. Bir diğer nokta şimdiye dek ödev konusunda günlük çalışmalar ve tekrarlar konusunda yeteri kadar motive edemeyip, sınav zamanı çalışmalarını beklemek bizlerdeki ezberci anlayışın en belirgin yansımalarındandır.
Bu vakitten itibaren yapılması gerekenler, günlük tekrarlar yapmak, henüz okula yeni başlayan ya da ilk kademe çocuklar için birebir derslerini birlikte vakit geçirerek yapmak/yaptırmak, daha ileri ki yaşlar için bireysel çalışma zaman ve mekanı sağlamak, moral vermek, başarıya odaklayacak motivasyonu sağlamak, henüz dönem başında olunduğunu ve düzenli çalışma ile yıl sonunda başarıyı yakalayacak vakit olduğuna inanmak ve inandırmak, bunları yaparken çocukları sıkmadan yaşlarına uygun etkinlik oyun, ödül vb. ile çalışmalarını tamamlamalarını sağlamak daha yerinde olacaktır. Ayrıca ebeveynler kendi çocuklarını tanırlar. Bu nedenle ebeveynler, çocuklarımızın mutluluğunu sağlayacak başarıların hakiki başarı olduğunu unutmamalılar.
Başarı dolu bir yıl duasıyla...
24 Ekim 2012 Çarşamba
Bencillik
Bencillik her yaşta toplumun sevmediği özelliklerden biridir. Peki bencillik huy mudur yoksa eğitilerek söndürülebilir bir özellik midir? Önce neden bencil çocukların var olduğunu bilmemiz gerekir.
Çevre tarafından sürekli şımartılan çocuk sürekli kendini düşünmeye başlar. Bu karakterdeki çocuklar çevreleriyle paylaşmayı ve etrafındakileri insanların faydasına olacak durumları düşünmezler. Her şeyin önlerine gelmesini beklerler. Sürekli "evet" yanıtını beklerler.
Bunun tam tersi "hayır" yanıtı alan, yalnızlaşan ve korkup kabuğuna çekilen çocukta da hemen olmasa da ileri ki yaşlarda bencillik görülebilir. Kendini savunmak isterken bencil duygular ön plana çıkabilir.
Bencil duygulardan uzak çocuk yetiştirmek için doğru model olmak, paylaşma duygusunu ve paylaşımcı ruhu yaşayarak göstermek ve hissettirmek gerekir. Sevgi, ilgi, değer vermek gerekir. Ancak bunun herkese karşı hissedilen bir duygu olduğunu belirtmek gerekir.
Sorumluluk vermek uygun olmakla birlikte bilinmelidir ki sorumluluk sahibi kişinin bencillikten uzaklaşacağı kesindir.
Tartışmak ama eleştirmemek, hatalardan ders çıkarılabileceği, hataların her insanda mevcut olabileceği belirtilmelidir. Yargılamadan konuşmak, doğru davranışları tasdiklemek daha doğrudur.
Bencillikten uzak paylaşmayı ve sevgiyi ilke edinmiş bireylerin yaşadığı bir dünya inşa etmek duası ile...
Çevre tarafından sürekli şımartılan çocuk sürekli kendini düşünmeye başlar. Bu karakterdeki çocuklar çevreleriyle paylaşmayı ve etrafındakileri insanların faydasına olacak durumları düşünmezler. Her şeyin önlerine gelmesini beklerler. Sürekli "evet" yanıtını beklerler.
Bunun tam tersi "hayır" yanıtı alan, yalnızlaşan ve korkup kabuğuna çekilen çocukta da hemen olmasa da ileri ki yaşlarda bencillik görülebilir. Kendini savunmak isterken bencil duygular ön plana çıkabilir.
Bencil duygulardan uzak çocuk yetiştirmek için doğru model olmak, paylaşma duygusunu ve paylaşımcı ruhu yaşayarak göstermek ve hissettirmek gerekir. Sevgi, ilgi, değer vermek gerekir. Ancak bunun herkese karşı hissedilen bir duygu olduğunu belirtmek gerekir.
Sorumluluk vermek uygun olmakla birlikte bilinmelidir ki sorumluluk sahibi kişinin bencillikten uzaklaşacağı kesindir.
Tartışmak ama eleştirmemek, hatalardan ders çıkarılabileceği, hataların her insanda mevcut olabileceği belirtilmelidir. Yargılamadan konuşmak, doğru davranışları tasdiklemek daha doğrudur.
Bencillikten uzak paylaşmayı ve sevgiyi ilke edinmiş bireylerin yaşadığı bir dünya inşa etmek duası ile...
10 Ekim 2012 Çarşamba
Övgünün Sınırı
Çocuklar elbette doğru ve yanlışları yaparak yaşayarak öğrenirler. Ancak davranışları için her zaman onay beklerler. Normalin ne olduğunu bulmaya ve normal davranışlar sergilemek amaçlarıdır. Bu içgüdüsel olarak çocukta mevcuttur.
Peki çok övdüğümüzde sürekli onayladığımızda ne ile karşılaşırız. Çok şımarık bir çocuğumuz olur mu endişesi bizi kaplayabilir. Bunun için yerinde onaylamak daha doğru olacaktır. Peki ne zaman, ne kadar?
Öncelikle gerekli gereksiz övme çocukta egoistlik duygusunu tavan yapabilir. Bu şekilde öz güven kazansın derken egoist bir birey yetiştirmemiz olasıdır. Bunun önüne geçebilmek adına çocuğu övmekten ziyade davranışı övmek daha yerinde olacaktır. Kişiyi övmek "ben mükemmelim ve sen de bana yetişiyorsun." mesajı içerir ki zaten siz bugün "sen" diye başlayan cümlelerle çocuk yetiştirirseniz, ileride o çocuk "ben" diye başlayan cümleler kurar. Bu egoistliğin bir işaretidir.
Şöyle ki "odan tertemiz olmuş sen çok düzenli bir çocuk oldun" demek aynı zamanda bilinçaltına iki mesaj iletir. Birincisi "annem/babam mükemmel düzenli ben de onlara yetişiyorum." ; ikincisi "şimdi ben istenmeyen bir davranış sergilesem bile beni nasıl olsa beğeniyorlar, affederler." dir. Bu nedenle övgü nadiren kullanılması gereken bir davranış olması daha yararlı sonuçlara gebedir. Peki övgüyü nerelerde ne kadar kullanalım?
Öncelikle övgünün çocuğa değil, çocuğun davranışına yönelik olmasına dikkat edelim. "Sen düzenli bir çocuksun." değil, "odanı toplaman güzel bir davranış, aferin." demek daha doğrudur.
Takdir etmek, övgü yerine kullanılabilir bir yöntemdir. Ancak bu noktada da dikkat edilmesi gereken husus kardeş kıskançlığına sebebiyet verip vermeyeceğidir. Çoğu ailede yapılan yanlış şudur: Çocuklarının gözünde adaletli ebeveyn olmak için takdire şayan davranışı için aferin derken, diğer çocuk böyle bir davranışı olmasa bile ufak bir hareket bahane edilerek takdir edilir. Davranışlarda eşitsizlik söz konusu olsa dahi her iki çocuk da "aferin" almıştır.
Burada ebeveyne düşen görev zordur. Kıskançlığa sebebiyet vermemek için çocukların davranışları ile ilgili bire bir konuşmak, ya da en azından açıklayıcı bir konuşma yapmak doğrudur. Çocuklara aferini hak etmek için değil, doğru davranışlar sergilemek için özveride bulunmamız gerektiğini, anne ve babaların çocuklarını asla ayırt etmeyeceğini söylemek; bir takdirde bir övgüde olması gerektiği kadar çok, bu konuşmada da inandırıcılığın önemli olduğunu bilmek gerekir. Bunun için öncelikle ebeveynin buna yürekten inanması şarttır.
Ömürlerini takdire şayan davranışlarla geçiren, öz güveni yüksek bireyler yetiştirmek duası ile...
22 Eylül 2012 Cumartesi
Soyut Düşünme
Lise çağlarındaki gençlerin genç yetişkinliğe adım atacakları bu yıllarda düşünce sistemleri değişir, soyut düşünmeye başlamış ve aktif kullanmış olurlar. Eğitimcilerin, ebeveynlerin görevi gence soyut düşünmeye başlamasından itibaren doğru eğitimi vermek ve onlara doğru düşünmeyi öğretmek olmalıdır. Peki soyut düşünme nasıl faydalı verimli halde kullanılabilir ya da kullandırılabilir. Bunun için genci sistemli bir şekilde yönlendirmek gerekir.
Öncelikle soyut düşünmeye başlayan fert kendinde peyda olan bu yeni özelliği tanımak için farklı etkinliklerde bulunur. Hayal kurmak masalsı roman okumak gibi. Başarıya ulaşmak için çabalayan, hedefleri ve bununla ilgili adımları olan bir ailede gencin hayalleri de hedeflere yönelik olur. Bunu düşünme gücüyle kendi geleceğini inşa etmek isteyen gencin hedeflerinde görebiliriz.Ebeveynlere bunu desteklemek, özendirmek ve bunu fark ettirmeden yapmak düşer.
Ben aile sohbetlerinin kişisel gelişime yardımcı olacağı kanaatindeyim. Şöyle ki her sohbette bireyler bildiklerini karşılarındakine aktarırlar. Fikir paslaşması yaşanır ve bunlar harmanlanıp yeni özgün fikirler ortaya çıkabilir. Bir genç beyin fırtınasının yaşandığı böyle bir ortamda soyut düşünme yetisini hat safhada kullanır. Nasıl kullanacağını öğrenir. Bununla birlikte henüz yeni dil öğrenen kişinin kelime hazinesinin azlığı gibi, soyut düşünmeyi yeni öğrenen soyut fikirlerin çoğuna yabancıdır. Bu kişi her konuşmada yeni fikirleri sözlüğüne yerleştirir. Böylece öğreneceği ilk soyut düşünce ile paralel fikirler kişiliğini olumlu yönde pişirecek fikirler olmalıdır. Bu da yakın çevre ile olur. Aile bu konuda yaftalamadan davranırsa genci etkileyip doğrulara yönlendirebilir.
Henüz 13-14 yaşlarındaki soyut düşünme ile ilk defa karşılaşan bireye; soyut düşünme yetisini etkili kullanabilme adına, zekayı geliştiren sorular, düzeyine uygun kitaplar sunulabilir. Bu süre içinde günlük tutmak bireyin yeni fikirleri bilinçaltından çıkarmasına, var olan fikirleri harmanlamasına yardımcı olurken; kimlik arayışındaki sorunlara da çözüm olacağı için faydalıdır.
Yarının fikirleri ile ufkumuzu genişletecek, tasarladığı güzellikleri uygulayabilecek yetişkinlerinin güzel yetişmesi ve yetiştirilmesi duası ile...
11 Eylül 2012 Salı
Yalan Söyleme Davranışı
Bazen çocukların müthiş hayal güçleri bizleri etkiler ve onları dinleriz.Ancak söyledikleri her zaman doğru mudur bilemeyiz.
Henüz 5 - 6 yaşlarından daha küçük çocuklarda gerçeklik algısı oluşmamıştır. Bu; çocuğun gerçek olmayan olaylara inandığı, sizin "hayır yalan söylüyorsun" söyleminize karşılık inkar ederek "ama gerçekten..."diye karşılık vereceği anlamına gelir. Örnekle açıklarsak 4 - 5 yaşlarındaki kızınız akşam babasına "baba bugün Ayşe bize geldi birlikte oyun oynadık" demesi, halbuki o gün eve misafir gelmemesi ebeveynleri telaşlandırır. "Ayşe kim?" diye sorduğunuzda çocuk oyuncak bebeğini gösterebilir. Bu yaştaki çocuğun oyuncak bebeği ile oyun oynaması, kurduğu hayalleri gerçek sanması gerçeklik algısı kazanmadığını gösterir. Biz buna yalan diyemeyiz.
Ancak 6 yaşlarından itibaren gerçeklik algısı kazanılır ve söylenenler yalan olarak algılanabilir. Alışkanlık haline gelen yalanlar artık masum sayılamaz.
Yalan söyleme davranışını fark eden ebeveyn çocuğuna daha da dikkat ederek yaklaşmalıdır. Genelde yalan söyleyen çocuğa ceza verilir. Ancak çocuk yalanın yol açacağı zararları algılayamazsa sadece cezadan kaçmak için yalan söyleme davranışını bastırır. Ayrıca ceza uygulamayan bir kişi ile karşılaştığında çocuğun yalan söyleme davranışı tekrar peyda olur. Bundan sonuçla yalanı ceza ile ortadan kaldırmamız zor hatta imkansızdır.
Ebeveynlerin yalan söylemediği bir ortamda çocuk yalan söyleme davranışına çok da başvurmaz. Sonuçta çocuk kendine model aldığı, taklit ettiği kişilere dikkat kesilir. Öyleyse ebeveyn olarak çocuklarımıza yalan söylemeyen bireyler olduğumuzu davranışlarımızla göstermeliyiz.
Çocuğun yalan söylediğini fark ettiğimizde önce bunu körükleyen bir başka durum var mı bunu tespit etmeliyiz. Örneğin baskı altında mı, alay edileceği korkusu mu taşıyor? Bunu anlamak yalandan daha derin sorunların derinleşmesinin önünü tıkar. Duruma göre müdahale etmek daha yerinde olur. Buna örnek tuvalet konusunda sizden yardım isteyen çocuk siz başka kişilerin yanında (yakınınız bile olsa) ona bu konuda soru sorduğunuzda ("tuvaletin mi var?" gibi...) doğru cevap vermesi zordur. Çocuk daha sonraları başkalarının yanında bu konuda yalan söyleme davranışını alışkanlık edinebilir. Daha da kötüsü tekrar tuvalet eğitimi vermek, bu konuda çocuğu yeniden onore etmek durumunda kalabilirsiniz.
Çocuğa "yalan söyleme" diye ikazdan ziyade, içinde bulunduğumuz olay ile ilgili doğruyu söylediğinde ne gibi sonuçlarla karşılaşacağını söylemek daha yerinde olur. Çocuklar engellenmeyi değil, olayları sonuçlarıyla yaşamayı ve görmeyi arzularlar. Bir çocuğa güvenmediğimizi değil, onun yalan söylemesi ile ne gibi sonuçlar doğabileceğini açıklayabilirsiniz. Yalancı çoban hikayesi buna güzel bir örnektir.
Okulda yaşananlarla ilgili yalan söylediğini fark ettiğimizde, yalan söylüyorsun öğretmenin öyle söylemedi demek çocukla aramıza duvar örmek demektir. Hatta bu duvarı çocuk öğretmeni ile arasına da örer. Bunun yerine okulda yaşanan olayları dürüst bir şekilde söylediğinizde ona yardımcı olacağımızı, destek olacağımızı, öğretmeninin ve ailesinin onu kollayacağını söylemek daha fazla güven aşılar. Çocuk güvendiğinde yalan söyleme ihtiyacı hissetmez. Yalana başvurmaya ihtiyaç duymaz. Bu doğruları söyleme konusunda güzel bir adımdır.
Yarının dünyasında işini, dostluklarını dürüstlükle kazanacak yetişkinlerin; şimdiden güzel yetiştirilmesi duası ile...
26 Ağustos 2012 Pazar
Sosyalleşme
Zeka kişinin yeni ortamlara nasıl çabuk uyum sağlayabildiğini gösteren en önemli etmenlerdendir. Ancak şu var ki farklı eğitimler (bilinçli ya da bilinçsiz öğrenmeler) kişinin çevreye uyumunu hızlandırır. Çevre ile ilişkilerimizde sosyalleşmek kimi zaman başarı için gerekli faktörlerden biridir.
Peki ya sosyalleşmiş bir çocuk yetiştirmek zor mu? Bu aslında bir bakıma bize bağlıdır. Şöyle ki;
Bir grup çocuk düşünelim. Sosyalleşmeleri adına birlikte oynanmaya zorlanılır. Ancak çocuk mutlu değilse birlikte oynamaz. Diğer çocuklarla aynı alanı paylaşıp, onlardan farklı oyunlar oynayabilir. Ya da mutsuzluğunu mutlu olduğu ortamlarda bulunarak giderir. ( yakın çevresindeki kişilerle oturup diğer çocuklarla oynamamak gibi...)
Bu gibi durumlarda çocuğun mutlu olması kesin sağlanıp ardından bu mutluluğu tek başına nasıl devam ettireceği gösterilebilir.Hemen somutlaştıralım.
Dost ziyaretleri kültürümüzün klasik sosyalleşme alanlarından biridir. Özellikle içine kapanık çocuğa sahip olan ebeveynler bu görüşmeleri iyi değerlendirmelidir. Farz-ı misal bu ve benzeri bir görüşmede çocuğunuz ile oyun oynayabilecek bir başka çocukla karşılaştınız. Elbette çoğu yetişkinin arzusu ilk etapta çocukların birbirleriyle iletişim kurmayı başarmalarıdır. Ancak çocuğunuz sizin yanınızda oturmak istiyor. Onlarca oyuncağa ve arkadaşa rağmen... Ebeveynlerin/ yetişkinlerin "ne güzel oyuncaklar var git oyna" demesi çocukta "eşyanın maddiyatın olduğu yerde konaklamalıyım." anlayışını bilinçaltına oturtur. Ebeveynlerin/ yetişkinlerin "bak ne tatlı arkadaş git birlikte oynayın." demesi çocukta kendi kararlarını kendi verememesi, ileriki yaşamında yerine birilerinin düşünmesini beklemesine yol açar. Aslında sosyalleşmesini isterken zoraki ilişkiler kurmak istemeyen çocuk yavaşça yalnızlaşmaya başlayacaktır.
Yanınıza gelmek isteyen çocuk bırakın gelsin. Kısa bir süre yanınızda otursun. Bu esnada neden sosyalleşmediği konusunda yorum yapmayın. Çocuk sizin yerginizin her an yaklaşabileceği korkusunu taşımasın. Onu mutlu edecek farklı şeyler gösterebilirsiniz. Origami, isminin harflerini yazmak, bulmaca gibi... Daha sonra birlikte arkadaşının bulunduğu alana gidip gösterdiğiniz küçük oyunu onun da arkadaşına göstermesini isteyebilirsiniz. Sizin yanınızda çocukların uyum kurmaları kolaylaşacaktır. Kısa süre sonra buradan sizin ayrılmanız onların kendi başlarına ilişki kurmalarında önemlidir.
Elbette bu her çocuk için ilk denemede hemen gerçekleşeceği iddia edilen bir eylem değildir. Yakın çevreden kopmakta zorlanan bir çocuk için yararlı olacak bir eylemdir. Çevre şartları, arkadaşları, hatta o gün sizi ne kadar özlediği bile sonucun değişmesinde etkilidir. Hatta güzel sonuçlar almak için birkaç kez deneme yapmak zorunda bile kalabilirsiniz. Çocuklarımızın başkalarının hayatlarını sabote etmeden sosyalleşmelerini sağlamak için bir tek eylem elbette yetersizdir. Uygulanabilecek daha birçok küçük oyunlar vardır. Soayal hayatlarında bile başarı, gözlerindeki pırıltıdan belli olan nesillerin devam etmesi duası ile...
Peki ya sosyalleşmiş bir çocuk yetiştirmek zor mu? Bu aslında bir bakıma bize bağlıdır. Şöyle ki;
Bir grup çocuk düşünelim. Sosyalleşmeleri adına birlikte oynanmaya zorlanılır. Ancak çocuk mutlu değilse birlikte oynamaz. Diğer çocuklarla aynı alanı paylaşıp, onlardan farklı oyunlar oynayabilir. Ya da mutsuzluğunu mutlu olduğu ortamlarda bulunarak giderir. ( yakın çevresindeki kişilerle oturup diğer çocuklarla oynamamak gibi...)
Bu gibi durumlarda çocuğun mutlu olması kesin sağlanıp ardından bu mutluluğu tek başına nasıl devam ettireceği gösterilebilir.Hemen somutlaştıralım.
Dost ziyaretleri kültürümüzün klasik sosyalleşme alanlarından biridir. Özellikle içine kapanık çocuğa sahip olan ebeveynler bu görüşmeleri iyi değerlendirmelidir. Farz-ı misal bu ve benzeri bir görüşmede çocuğunuz ile oyun oynayabilecek bir başka çocukla karşılaştınız. Elbette çoğu yetişkinin arzusu ilk etapta çocukların birbirleriyle iletişim kurmayı başarmalarıdır. Ancak çocuğunuz sizin yanınızda oturmak istiyor. Onlarca oyuncağa ve arkadaşa rağmen... Ebeveynlerin/ yetişkinlerin "ne güzel oyuncaklar var git oyna" demesi çocukta "eşyanın maddiyatın olduğu yerde konaklamalıyım." anlayışını bilinçaltına oturtur. Ebeveynlerin/ yetişkinlerin "bak ne tatlı arkadaş git birlikte oynayın." demesi çocukta kendi kararlarını kendi verememesi, ileriki yaşamında yerine birilerinin düşünmesini beklemesine yol açar. Aslında sosyalleşmesini isterken zoraki ilişkiler kurmak istemeyen çocuk yavaşça yalnızlaşmaya başlayacaktır.
Yanınıza gelmek isteyen çocuk bırakın gelsin. Kısa bir süre yanınızda otursun. Bu esnada neden sosyalleşmediği konusunda yorum yapmayın. Çocuk sizin yerginizin her an yaklaşabileceği korkusunu taşımasın. Onu mutlu edecek farklı şeyler gösterebilirsiniz. Origami, isminin harflerini yazmak, bulmaca gibi... Daha sonra birlikte arkadaşının bulunduğu alana gidip gösterdiğiniz küçük oyunu onun da arkadaşına göstermesini isteyebilirsiniz. Sizin yanınızda çocukların uyum kurmaları kolaylaşacaktır. Kısa süre sonra buradan sizin ayrılmanız onların kendi başlarına ilişki kurmalarında önemlidir.
Elbette bu her çocuk için ilk denemede hemen gerçekleşeceği iddia edilen bir eylem değildir. Yakın çevreden kopmakta zorlanan bir çocuk için yararlı olacak bir eylemdir. Çevre şartları, arkadaşları, hatta o gün sizi ne kadar özlediği bile sonucun değişmesinde etkilidir. Hatta güzel sonuçlar almak için birkaç kez deneme yapmak zorunda bile kalabilirsiniz. Çocuklarımızın başkalarının hayatlarını sabote etmeden sosyalleşmelerini sağlamak için bir tek eylem elbette yetersizdir. Uygulanabilecek daha birçok küçük oyunlar vardır. Soayal hayatlarında bile başarı, gözlerindeki pırıltıdan belli olan nesillerin devam etmesi duası ile...
8 Ağustos 2012 Çarşamba
(Küçük Kas Gelişimi-2
Çocuklarda küçük kas gelişiminin ne tür etkileri olduğunu daha önceki yazımda vurgulamıştım. Ancak bazen bildiklerimizi uygulayabilmemiz oldukça zorlaşıyor.
Çocukla savaşmadan ona gerekli vazifeleri vermek, çocuğu yıldırmadan gelişimini desteklemek, ne yapabilirimin cevabını bulmak için öncelikle çocuğun yaşını göz önünde bulundurarak fiziksel gelişimi hakkında bilgi sahibi olmamız gerekir. Böylelikle çocuğun neler yapabileceğini biliriz ve günlük hayatta karşılaştığınız durumlarda çocuğunuza ne gibi sorumluluk vererek hem sorumluluk kazanmasını hem de kaslarını kullanmasını öğretebiliriz.
Mesela henüz 4 -5 yaşlarındaki çocukların çorbalarını kendi başlarına içmelerini destekliyorum. 1 yaşını geçmiş bir bebeğin kontrollü ve aşamalı olarak bardak tutmayı, bardağı yerine koymayı ve bardaktan su içmeyi öğrenmesi, öğrenirken özgür bırakılması daha uygundur. Böylelikle çocuklar parmaklarını kullanabilir.
Henüz okula yeni başlamış çocuk, kıyafetinin tüm düğmelerini kendi ilikleyemeyebilir. Sizden yardım ister. Doğru anne davranışı tüm düğmeleri annenin iliklemesi değil, bazıları için çocuğa da deneme şansı bırakmasıdır. İsteğimiz çocuğun hazıra alışması değildir. İsteğimiz çocuğun tüm düğmeleri hızlıca iliklemesi de değildir ( İstisnai bir durum olmadıkça çocuktan bunu beklemek haksızlıktır.). İsteğimiz çocuğun parmaklarını ve kaslarını tamamen etkin bir şekilde kullanabilmesidir.
Günümüzün gelişen ve modernleşen çağımızda bu gibi durumlarda çocukların gelişimini sağlayan oyuncaklar üretiliyor. Bu tür oyuncaklara karşı olmamakla birlikte şunu belirtmek istiyorum: Bir çocuğa görev vererek (son iki düğmeyi de sen ilikle, bardağı masaya koyar mısın? gibi ) hem çocuğa sorumluluk verilir, hem de çocuğun bireysel oyundan çok sosyal oyun oynamasına izin verilecektir. Bu da çocuğun daha çabuk sosyalleşmesini sağlayacaktır.
Belirtmeden geçemeyeceğim hassas bir nokta daha var: ödevler... İlköğretim çağındaki çocukların çoğu okullarda verilen performans ödevlerini evde ailelerine yaptırmakta, ailelerde bunu çocuğun ödevi olarak görmemektedir. Benim gibi bazı öğretmenler derste öğrencilerinin performans ödevlerini kendilerinin yaptığını görmek için farklı yöntemler uygulamakta (münazara, sunum, forum) ancak her zaman ve ya her ders için bu çözüm getirmemektedir. Bunun için ailelerin, çocukların ödevlerinde sadece yol gösterici bir tutum izlemeleri yerinde olacaktır. Onlar bir resmi keserken o resim üzerinde düşünür, yeni sorularla öğrenmeye aç yeni derse gelir; her makas, yapıştırıcı tuttuklarında parmaklarını kullanır ve küçük kaslarını kullanıp geliştirirler.
Gelişmeye muhtaç minik ellerin yarın geleceğimizi aydınlatması duası ile...
Çocukla savaşmadan ona gerekli vazifeleri vermek, çocuğu yıldırmadan gelişimini desteklemek, ne yapabilirimin cevabını bulmak için öncelikle çocuğun yaşını göz önünde bulundurarak fiziksel gelişimi hakkında bilgi sahibi olmamız gerekir. Böylelikle çocuğun neler yapabileceğini biliriz ve günlük hayatta karşılaştığınız durumlarda çocuğunuza ne gibi sorumluluk vererek hem sorumluluk kazanmasını hem de kaslarını kullanmasını öğretebiliriz.
Mesela henüz 4 -5 yaşlarındaki çocukların çorbalarını kendi başlarına içmelerini destekliyorum. 1 yaşını geçmiş bir bebeğin kontrollü ve aşamalı olarak bardak tutmayı, bardağı yerine koymayı ve bardaktan su içmeyi öğrenmesi, öğrenirken özgür bırakılması daha uygundur. Böylelikle çocuklar parmaklarını kullanabilir.
Henüz okula yeni başlamış çocuk, kıyafetinin tüm düğmelerini kendi ilikleyemeyebilir. Sizden yardım ister. Doğru anne davranışı tüm düğmeleri annenin iliklemesi değil, bazıları için çocuğa da deneme şansı bırakmasıdır. İsteğimiz çocuğun hazıra alışması değildir. İsteğimiz çocuğun tüm düğmeleri hızlıca iliklemesi de değildir ( İstisnai bir durum olmadıkça çocuktan bunu beklemek haksızlıktır.). İsteğimiz çocuğun parmaklarını ve kaslarını tamamen etkin bir şekilde kullanabilmesidir.
Günümüzün gelişen ve modernleşen çağımızda bu gibi durumlarda çocukların gelişimini sağlayan oyuncaklar üretiliyor. Bu tür oyuncaklara karşı olmamakla birlikte şunu belirtmek istiyorum: Bir çocuğa görev vererek (son iki düğmeyi de sen ilikle, bardağı masaya koyar mısın? gibi ) hem çocuğa sorumluluk verilir, hem de çocuğun bireysel oyundan çok sosyal oyun oynamasına izin verilecektir. Bu da çocuğun daha çabuk sosyalleşmesini sağlayacaktır.
Belirtmeden geçemeyeceğim hassas bir nokta daha var: ödevler... İlköğretim çağındaki çocukların çoğu okullarda verilen performans ödevlerini evde ailelerine yaptırmakta, ailelerde bunu çocuğun ödevi olarak görmemektedir. Benim gibi bazı öğretmenler derste öğrencilerinin performans ödevlerini kendilerinin yaptığını görmek için farklı yöntemler uygulamakta (münazara, sunum, forum) ancak her zaman ve ya her ders için bu çözüm getirmemektedir. Bunun için ailelerin, çocukların ödevlerinde sadece yol gösterici bir tutum izlemeleri yerinde olacaktır. Onlar bir resmi keserken o resim üzerinde düşünür, yeni sorularla öğrenmeye aç yeni derse gelir; her makas, yapıştırıcı tuttuklarında parmaklarını kullanır ve küçük kaslarını kullanıp geliştirirler.
Gelişmeye muhtaç minik ellerin yarın geleceğimizi aydınlatması duası ile...
3 Ağustos 2012 Cuma
Sorumluluk Kazandırabilmek İçin
Her ebeveyn çocuklarının sorumluluk sahibi, görevlerini yerine getiren birey olmasını arzulamaktadır. Ancak bu sorumluluk bilincine sahip çocuk yetiştirmek için çok erkenden kolları sıvamak gerekmektedir.
Genelde yapılan doğru fakat eksik olan yöntem şudur: 11-12 yaşlarını geçtikten sonra çocuğa "kıyafetlerini katla kaldır, ekmek almaya git, yatağını topla" gibi söylemlerin henüz sorumluluk ruhuna sahip olamayan çocuğa dikte edilmesidir. Bunun çocuğa hitaben olsa bile çok derinden etkileyemeyeceği; negatif açıdan ise aile bağlarının zayıflaması yaklaşan ergenlikle birlikte aileye karşı gelme, istekleri yapmama, inatlaşma olarak dönüt vereceği inancındayım.
Neler yapmamamızdan ziyade, neler yapmalıyıza bakarsak; en başta çocuğumuzun yaşına uygun düşen görevleri zihnimizde belirlemeliyiz. Bu görevleri çocuğa yapmasını söylemek, hatta nedenleriyle ifade etmek daha doğru olacaktır.
Örneğin 4 - 5 yaşlarındaki çocuğun oyuncaklarını oyun bittiğinde toplaması gerektiğinin izahı, kontrollü olarak toplamaya alıştırma çocukta sorumluluk ruhunu canlandırır. Bu 12- 15 yaşlarına gelen çocuğun sorumluluk alıp yatağını, odasını toplamasını kolaylaştırır.
Bazen de ailelerin daha özverili olması gerekir. Yine bir örnek vericek olursak, aile fertlerinin eve geldiklerinde ellerini yıkaması, küçük çocuğun bunu görmesi, ailenin çocuğa el yıkama konusundaki önemi açıklaması, çocukta temizlik konusunda belli bir bilincin oluşmasını sağlar. Böylece çocuk daha sonraları ailenin ikazına gerek kalmadan ellerini yıkayacak ve zamanla bunu alışkanlık haline getirecektir.
Unutulmamalıdır ki sorumluluk sahibi olmak illa ki her şeyi usulüne uygun yapmak değil, şartlar elvermezse dahi usule uygun davranışı bilince sindirebilmektir.
Genelde yapılan doğru fakat eksik olan yöntem şudur: 11-12 yaşlarını geçtikten sonra çocuğa "kıyafetlerini katla kaldır, ekmek almaya git, yatağını topla" gibi söylemlerin henüz sorumluluk ruhuna sahip olamayan çocuğa dikte edilmesidir. Bunun çocuğa hitaben olsa bile çok derinden etkileyemeyeceği; negatif açıdan ise aile bağlarının zayıflaması yaklaşan ergenlikle birlikte aileye karşı gelme, istekleri yapmama, inatlaşma olarak dönüt vereceği inancındayım.
Neler yapmamamızdan ziyade, neler yapmalıyıza bakarsak; en başta çocuğumuzun yaşına uygun düşen görevleri zihnimizde belirlemeliyiz. Bu görevleri çocuğa yapmasını söylemek, hatta nedenleriyle ifade etmek daha doğru olacaktır.
Örneğin 4 - 5 yaşlarındaki çocuğun oyuncaklarını oyun bittiğinde toplaması gerektiğinin izahı, kontrollü olarak toplamaya alıştırma çocukta sorumluluk ruhunu canlandırır. Bu 12- 15 yaşlarına gelen çocuğun sorumluluk alıp yatağını, odasını toplamasını kolaylaştırır.
Bazen de ailelerin daha özverili olması gerekir. Yine bir örnek vericek olursak, aile fertlerinin eve geldiklerinde ellerini yıkaması, küçük çocuğun bunu görmesi, ailenin çocuğa el yıkama konusundaki önemi açıklaması, çocukta temizlik konusunda belli bir bilincin oluşmasını sağlar. Böylece çocuk daha sonraları ailenin ikazına gerek kalmadan ellerini yıkayacak ve zamanla bunu alışkanlık haline getirecektir.
Unutulmamalıdır ki sorumluluk sahibi olmak illa ki her şeyi usulüne uygun yapmak değil, şartlar elvermezse dahi usule uygun davranışı bilince sindirebilmektir.
26 Temmuz 2012 Perşembe
Küçük Kas Gelişimi
Birçok annenin deneme-yanılma, gözlem vb. yollarla öğrendiği bir konuya değinmek/açıklık getirmek istiyorum.
Küçük kas gelişimi en basit tanımıyla çocuklarda ayrıntı gerektiren el becerisinin gelişimidir. Örneğin okula yeni başlayan bir çocuğun önlüğünün düğmelerini iliklemekte zorlanması henüz küçük kas gelişiminin tamamlanmamış olduğunu gösterir.
Biz ebeveynlerin yapması gereken; henüz okul öncesi dönemde çocuğun giyinmesine yardım ederken ve bu yardımı yavaş yavaş azaltırken küçük kas gelişimini göz önünde bulundurmamızdır. Örneğin çocuğun gömlek giymesi sırasında belki kolunu giyerken daha az, düğme iliklerken daha fazla yardım ederek, sorumluluk kazandırırken gelişimini de göz önünde bulundurmuş oluruz.
Küçük kas gelişimini iyi bilmenin yararları, çocukların neleri başarıp neleri başarmalarına gelişimlerinin izin vermediğini bilmek ve bu kapasiteleri çerçevesinde çocuğu görevlendirmektir. Aksi taktirde çocuğa gelişiminin izin vermediği sorumlulukları yüklemek, çocuğun bunları henüz yapamaması özgüven eksikliğine ve bilinçaltında "ben başaramam." cümlesinin oluşmasına neden olur.
Bir örnekle açıklayacak olursak, okula yeni başlayan bir çocuğun kalemi düzgün tutması ilk aşamada oldukça zordur. Kalem tutmayı öğrenmesi -gelişiminin buna izin vermesi- belli bir zaman ister. Bu çocuğun doğal gelişiminin bir parçasıdır. Bizim bu süreçte "hala kalem tutmayı öğrenemedin" şeklindeki eleştirimiz çocukta yazmaya karşı olumsuz yargı oluşturabilir. Yapmamız gereken önce çocuğun elinden tutarak birlikte yazmak sonra yavaş yavaş yardımı azaltmak, yazmayı okumayı öğrense bile kalem tutma konusunda hala yardımcı olmaya devam etmektir. Bir süre sonra çocuk kalem tutmayı başaracaktır.
Küçük kas gelişimini göz önünde bulundurarak zorlandıkları noktalarda yardımcı olabilmek, küçük kas gelişimini sağlayacak çeşitli etkinliklerle çocuğa yardımcı olabilmek ve bu süreçte çocuğu yargılamadan, eleştirmeden çocuğa yol göstermek daha doğru davranış olacaktır.
Küçük kas gelişimi en basit tanımıyla çocuklarda ayrıntı gerektiren el becerisinin gelişimidir. Örneğin okula yeni başlayan bir çocuğun önlüğünün düğmelerini iliklemekte zorlanması henüz küçük kas gelişiminin tamamlanmamış olduğunu gösterir.
Biz ebeveynlerin yapması gereken; henüz okul öncesi dönemde çocuğun giyinmesine yardım ederken ve bu yardımı yavaş yavaş azaltırken küçük kas gelişimini göz önünde bulundurmamızdır. Örneğin çocuğun gömlek giymesi sırasında belki kolunu giyerken daha az, düğme iliklerken daha fazla yardım ederek, sorumluluk kazandırırken gelişimini de göz önünde bulundurmuş oluruz.
Küçük kas gelişimini iyi bilmenin yararları, çocukların neleri başarıp neleri başarmalarına gelişimlerinin izin vermediğini bilmek ve bu kapasiteleri çerçevesinde çocuğu görevlendirmektir. Aksi taktirde çocuğa gelişiminin izin vermediği sorumlulukları yüklemek, çocuğun bunları henüz yapamaması özgüven eksikliğine ve bilinçaltında "ben başaramam." cümlesinin oluşmasına neden olur.
Bir örnekle açıklayacak olursak, okula yeni başlayan bir çocuğun kalemi düzgün tutması ilk aşamada oldukça zordur. Kalem tutmayı öğrenmesi -gelişiminin buna izin vermesi- belli bir zaman ister. Bu çocuğun doğal gelişiminin bir parçasıdır. Bizim bu süreçte "hala kalem tutmayı öğrenemedin" şeklindeki eleştirimiz çocukta yazmaya karşı olumsuz yargı oluşturabilir. Yapmamız gereken önce çocuğun elinden tutarak birlikte yazmak sonra yavaş yavaş yardımı azaltmak, yazmayı okumayı öğrense bile kalem tutma konusunda hala yardımcı olmaya devam etmektir. Bir süre sonra çocuk kalem tutmayı başaracaktır.
Küçük kas gelişimini göz önünde bulundurarak zorlandıkları noktalarda yardımcı olabilmek, küçük kas gelişimini sağlayacak çeşitli etkinliklerle çocuğa yardımcı olabilmek ve bu süreçte çocuğu yargılamadan, eleştirmeden çocuğa yol göstermek daha doğru davranış olacaktır.
18 Temmuz 2012 Çarşamba
Çocuklarda Madde Korunumu
Bazen çocukların oldukça komik cevaplar verdiğine şahit oluruz. Bazı şeyleri idrak edemediklerinde küçükler işte der ve umursamayız. Ancak sizlere şunu öneriyorum. Bazı noktalarda çocukların zihinsel gelişimi tamamlanmadığında siz çocuğunuzu yönlendirip istediğiniz çerçevede yetiştirebilirsiniz.
Bugün bahsetmek istediğim konu "madde korunumu". Öncelikle nedir madde korunumu?
6- 7 yaş altındaki çocuklar madde korunumu kazanmamışlardır. Onlar bir paket çikolatanın, parçalanmış bir paket çikolatadan daha az olduğunu düşünürler. Çünkü parçalanmış paket çikolata daha fazla parçadan oluşmuştur. Miktarı aynı bile olsa parça sayısının fazla olması çocuğun daha fazla olduğu yönündeki algısını destekler. Benzer şekilde uzunluk korunumu, nitelik korunum, alan korunumu da kazanılmamıştır.
6-7 yaşlarından itibaren korunum kavramı çocukların bilinçlerinde oluşmaya başlar ve 11-12 yaşlarında kazanılmış olur. Bu noktada çocuklara sürekli yedikleri besinler veya yemeleri gereken besinlerle ilgili miktar anlamında yönlendirme gücüne sahibiz.
Örneğin buzdolabından 1 paket çikolatayı alıp yemek isteyen çocuğa "hayır yememelisin, bu çikolata senin için fazla, hep birlikte yiyeceğiz" dediğimizde çocuk ağlayıp, isyan edecektir. Anne, çocuğun susması için belki çikolatayı verecek ya da bir parça çikolata vermek zorunda kalacaktır. Halbuki çikolatayı birkaç küçük parçaya bölüp bir tabağa koymak, kalan çikolatayı kaldırmak, çocuğa "bak sana daha fazla çikolata koydum, birçok çikolata var tabakta" demek hem çocuğu hem anneyi sakinleştirecektir.
Yine bu yaşlardaki çocuk odaklanmayı başaramaz. Sıralama yapmayı beceremez. Örneğin ince uzun bardaktaki suyun kısa geniş bardaktaki sudan daha fazla olduğunu düşünür. Çünkü uzun bardak daha büyüktür. Bunu da şu şekilde günlük hayatta uyarlama yapabiliriz: Kısa geniş bardağa süt koyup çocuğunuza verdiğinizde "Bak küçük bardakta süt koydum. Küçük bardak olduğu için az süt var, hemen bitirebilirsin." demek uzun bardakta süt koyup ikna etmekten daha kolaydır.
Sevgiyle yetiştirdiğimiz çocukların geleceğimizi daha da aydınlatması duası ile...
Bugün bahsetmek istediğim konu "madde korunumu". Öncelikle nedir madde korunumu?
6- 7 yaş altındaki çocuklar madde korunumu kazanmamışlardır. Onlar bir paket çikolatanın, parçalanmış bir paket çikolatadan daha az olduğunu düşünürler. Çünkü parçalanmış paket çikolata daha fazla parçadan oluşmuştur. Miktarı aynı bile olsa parça sayısının fazla olması çocuğun daha fazla olduğu yönündeki algısını destekler. Benzer şekilde uzunluk korunumu, nitelik korunum, alan korunumu da kazanılmamıştır.
6-7 yaşlarından itibaren korunum kavramı çocukların bilinçlerinde oluşmaya başlar ve 11-12 yaşlarında kazanılmış olur. Bu noktada çocuklara sürekli yedikleri besinler veya yemeleri gereken besinlerle ilgili miktar anlamında yönlendirme gücüne sahibiz.
Örneğin buzdolabından 1 paket çikolatayı alıp yemek isteyen çocuğa "hayır yememelisin, bu çikolata senin için fazla, hep birlikte yiyeceğiz" dediğimizde çocuk ağlayıp, isyan edecektir. Anne, çocuğun susması için belki çikolatayı verecek ya da bir parça çikolata vermek zorunda kalacaktır. Halbuki çikolatayı birkaç küçük parçaya bölüp bir tabağa koymak, kalan çikolatayı kaldırmak, çocuğa "bak sana daha fazla çikolata koydum, birçok çikolata var tabakta" demek hem çocuğu hem anneyi sakinleştirecektir.
Yine bu yaşlardaki çocuk odaklanmayı başaramaz. Sıralama yapmayı beceremez. Örneğin ince uzun bardaktaki suyun kısa geniş bardaktaki sudan daha fazla olduğunu düşünür. Çünkü uzun bardak daha büyüktür. Bunu da şu şekilde günlük hayatta uyarlama yapabiliriz: Kısa geniş bardağa süt koyup çocuğunuza verdiğinizde "Bak küçük bardakta süt koydum. Küçük bardak olduğu için az süt var, hemen bitirebilirsin." demek uzun bardakta süt koyup ikna etmekten daha kolaydır.
Sevgiyle yetiştirdiğimiz çocukların geleceğimizi daha da aydınlatması duası ile...
15 Temmuz 2012 Pazar
Kitap Okuma Alışkanlığı ve Çocuk
Kitap okumayı bırakın, okumaya bile üşenen bir toplumuz. Peki bu hale nasıl geldik, okumayı nasıl sevemedik? Cevap klasik "ağaç yaşken eğilir."
Çocuklar henüz okul öncesi dönemde dünyayı algılama, kafalarında dünyadaki olayları, alışkanlıkları şematize etme dönemindedir. Bu dönemde basitçe ev içinde nasıl davranırsak çocuk bunu beynine normal olarak kaydeder ve tüm hayatı boyunca kendine bunu temel alır.
Daha henüz anne rahmine düşmüş bebeğe kitap okuyan anne ve baba, bebeklerine hem kendi sesini tanıtmış hem de dünyayı tanıtma aşamasında ilk adımı atmış olurlar. Böylelikle bebek henüz doğmadan okunanı dinlemeye başlar. Bu dönemde dünyadaki güzellikleri anlatan, okuyan ebeveynler, bilinçaltında dahi olumlu düşünmeyi dustür edinmiş evlat yetiştirme aşamasında başarılı bir adımla yola başlamış olurlar.
Ancak bu kitap okuma alışkanlığı için yetersiz bir adımdır. Yukarıda da bahsettiğim gibi okul öncesi dönemde çocuk yaşantılarımızı temel alır. Evde kitap okuyan bireyler gören çocuk, ister istemez kitaplara yönelir. Evde kitap okuma saati yapan aileler daha etkili iletişim kurar, vakitlerini daha faydalı işler için harcar, bilgilerine bilgi katar, okuma alışkanlığı geliştirmiş bireyler yetiştirmiş olurlar.
Peki bu kitap okuma saatinde herkes sessizce kitap okumak zorunda mı? Hayır. Evde bir bireyin kitap okuyup diğerlerinin dinlediği ve aralarında katılım yaptığı sohbet ortamları aile bağlarını güçlendirdiği gibi çocuklarda kitaplara karşı sevgi duygusu aşılamaktadır. Bu yöntemi okumayı öğrenen çocuklarınızla uyguladığınızda arada onlara okutup sizin dinleyici olmanız çocuk için özgüven geliştirici bir yöntemdir.
Benzer şekilde henüz okuma bilmeyen çocuklarda uyurken kitap okunması kitap okumanın beynin bir ihtiyacı olduğu yönünde bilincin oluşmasına vesile olur.
Okumayı yeni öğrenmiş çocuklarınızla günde en az yarım saatlik okuma etkinliği uygulayın ve çocuğunuzu dinlerken ona katılın, dinlediğinizi gösteren kısa cümleli katılımlarda bulunun.
Gün içinde okumaya, çocuğunuzun okumasına çok fazla vakit ayıramıyorsanız bile bunu düzenli yapmaya gayret edin. Düzenli okuma etkinlikleri çocuklarda okuma alışkanlığının kazanılmasında en önemli faktörlerden biridir.
Okuyan ve okutan yarının gençlerinin bilgi dolu olması duası ile...
Çocuklar henüz okul öncesi dönemde dünyayı algılama, kafalarında dünyadaki olayları, alışkanlıkları şematize etme dönemindedir. Bu dönemde basitçe ev içinde nasıl davranırsak çocuk bunu beynine normal olarak kaydeder ve tüm hayatı boyunca kendine bunu temel alır.
Daha henüz anne rahmine düşmüş bebeğe kitap okuyan anne ve baba, bebeklerine hem kendi sesini tanıtmış hem de dünyayı tanıtma aşamasında ilk adımı atmış olurlar. Böylelikle bebek henüz doğmadan okunanı dinlemeye başlar. Bu dönemde dünyadaki güzellikleri anlatan, okuyan ebeveynler, bilinçaltında dahi olumlu düşünmeyi dustür edinmiş evlat yetiştirme aşamasında başarılı bir adımla yola başlamış olurlar.
Ancak bu kitap okuma alışkanlığı için yetersiz bir adımdır. Yukarıda da bahsettiğim gibi okul öncesi dönemde çocuk yaşantılarımızı temel alır. Evde kitap okuyan bireyler gören çocuk, ister istemez kitaplara yönelir. Evde kitap okuma saati yapan aileler daha etkili iletişim kurar, vakitlerini daha faydalı işler için harcar, bilgilerine bilgi katar, okuma alışkanlığı geliştirmiş bireyler yetiştirmiş olurlar.
Peki bu kitap okuma saatinde herkes sessizce kitap okumak zorunda mı? Hayır. Evde bir bireyin kitap okuyup diğerlerinin dinlediği ve aralarında katılım yaptığı sohbet ortamları aile bağlarını güçlendirdiği gibi çocuklarda kitaplara karşı sevgi duygusu aşılamaktadır. Bu yöntemi okumayı öğrenen çocuklarınızla uyguladığınızda arada onlara okutup sizin dinleyici olmanız çocuk için özgüven geliştirici bir yöntemdir.
Benzer şekilde henüz okuma bilmeyen çocuklarda uyurken kitap okunması kitap okumanın beynin bir ihtiyacı olduğu yönünde bilincin oluşmasına vesile olur.
Okumayı yeni öğrenmiş çocuklarınızla günde en az yarım saatlik okuma etkinliği uygulayın ve çocuğunuzu dinlerken ona katılın, dinlediğinizi gösteren kısa cümleli katılımlarda bulunun.
Gün içinde okumaya, çocuğunuzun okumasına çok fazla vakit ayıramıyorsanız bile bunu düzenli yapmaya gayret edin. Düzenli okuma etkinlikleri çocuklarda okuma alışkanlığının kazanılmasında en önemli faktörlerden biridir.
Okuyan ve okutan yarının gençlerinin bilgi dolu olması duası ile...
12 Temmuz 2012 Perşembe
Çocuklarda Soyut ve Somut Düşünme
Ebeveyn olanlar daha iyi bilir. Çocuklar her yıl hatta her ay, her hafta gözle görülür şekilde büyüyorlar, gelişiyorlar. Elbette zekalarını kullanma düzeyleri, tecrübeleri de onların yaşadıkları dünyada her an yenileniyor. Böylelikle bizlerin çocukları daha iyi anlama, onlarla anlaşma, onların düzeyine uygun cevaplar verme adına her an kendimizi yenilememiz, bu farkındalığa sahip olmamız gerekir.
Bugün çocuklarda somut ve soyut düşünmeden bahsetmek istiyorum. Normal şartlarda normal öğrenme düzeyine ve zekaya sahip bir çocuk yaklaşık 11 yaşına kadar soyut düşünemez ve bu dönem onun için somut düşünme dönemidir.
Yani diyelim ki çocuğumuz 11yaş altı ve biz onun somut düşündüğünü biliyoruz. Peki ona nasıl yaklaşalım? Neleri anlar, neleri anlamaz? Anlamadığı noktalarda ona nasıl yol gösterelim?...
Bu yaşlardaki çocuk sevgiyi tanımlayamaz. Ona göre sevgi annenin onunla oyun oynaması, yemek yapması, anneyle kıyafet seçmek, babayla sohbet etmek, babanın kitap okuması olabilir. Çocuk elle tutulur bir davranış görmek ister. Gördüğüne inanır. Sadece sevdiğini söyleyip, çocuğu ile vakit geçirmeyen ebeveynler ilgisiz ebeveyn olarak adlandırılır. Çocukları da sevgiye inanmaz. (ilgisiz aile ile ilgili başka bir yazımda bu konuyu daha da açacağım.)
Yine bu yaşlardaki çocuk Allah'ı görmediği için -haşa- inanmakta zorluk çeker, algılayamaz. Hatta şekil olarak düşünmek ister. Bu konuda aileye bir çok soru sorar. Bu noktada çocuklara " Allah'ı eğer çok sevap kazanırsak görebileceğimizi, çiçekleri, bitkileri, hayvanları onun yarattığını, insanın bunları yaratamayacağını" ifade edebiliriz.
Günlük hayatta en çok yaptığımız yanlışlardan biri ise, nefret, sevgi, duygu, hayal, hedef, niyet gibi kelimeleri ifade ederken yeterince somut kelimeler seçmememizdir. Günlük konuşmalarımızda farkında olmadan çocukların anlamını bilmedikleri kelimeleri kullanabiliriz.( bu sakıncalı değil, kelime dağarcıkları gelişir) Soru sorma özgüveni gelişmiş bir çocuk bilmediği kelimelerin anlamını sorar. işte bu anda doğru kelimeler kullanmak gerekir.
Örneğin hedef kelimesini ele alalım. çocuk size hedef kelimesinin anlamını sorduğunda, siz eşinizin iş yerindeki hedefini anlatırsanız çocuk anlamaz. Anlayabileceğine dair umudu da azalır. Bunun yerine şu cümleler daha uygundur: "Hani sen 10'a kadar sayıyorsun, ama 20'ye kadar saymak istiyorsun. İşte 20'ye kadar saymak senin hedefin. Eğer çalışır öğrenir ve sayarsan hedefin gerçek olur." denilebilir.
Soyut düşünmeden daha derinlemesine ayrıca bahsetmek daha uygun olur diye düşünmekle birlikte, somut düşünme için şunları söyleyebiliriz. Çocukların anlayabileceği kelimeler kullanmak, bazı noktalarda henüz anlayamayacağını çok belli etmeden konuşmayı genel detaylar verip ertelemek iletişimi bir nebze de olsa başarıya ulaştırır.
Yarının umut dolu çocuklarını yetiştirmek duasıyla...
Bugün çocuklarda somut ve soyut düşünmeden bahsetmek istiyorum. Normal şartlarda normal öğrenme düzeyine ve zekaya sahip bir çocuk yaklaşık 11 yaşına kadar soyut düşünemez ve bu dönem onun için somut düşünme dönemidir.
Yani diyelim ki çocuğumuz 11yaş altı ve biz onun somut düşündüğünü biliyoruz. Peki ona nasıl yaklaşalım? Neleri anlar, neleri anlamaz? Anlamadığı noktalarda ona nasıl yol gösterelim?...
Bu yaşlardaki çocuk sevgiyi tanımlayamaz. Ona göre sevgi annenin onunla oyun oynaması, yemek yapması, anneyle kıyafet seçmek, babayla sohbet etmek, babanın kitap okuması olabilir. Çocuk elle tutulur bir davranış görmek ister. Gördüğüne inanır. Sadece sevdiğini söyleyip, çocuğu ile vakit geçirmeyen ebeveynler ilgisiz ebeveyn olarak adlandırılır. Çocukları da sevgiye inanmaz. (ilgisiz aile ile ilgili başka bir yazımda bu konuyu daha da açacağım.)
Yine bu yaşlardaki çocuk Allah'ı görmediği için -haşa- inanmakta zorluk çeker, algılayamaz. Hatta şekil olarak düşünmek ister. Bu konuda aileye bir çok soru sorar. Bu noktada çocuklara " Allah'ı eğer çok sevap kazanırsak görebileceğimizi, çiçekleri, bitkileri, hayvanları onun yarattığını, insanın bunları yaratamayacağını" ifade edebiliriz.
Günlük hayatta en çok yaptığımız yanlışlardan biri ise, nefret, sevgi, duygu, hayal, hedef, niyet gibi kelimeleri ifade ederken yeterince somut kelimeler seçmememizdir. Günlük konuşmalarımızda farkında olmadan çocukların anlamını bilmedikleri kelimeleri kullanabiliriz.( bu sakıncalı değil, kelime dağarcıkları gelişir) Soru sorma özgüveni gelişmiş bir çocuk bilmediği kelimelerin anlamını sorar. işte bu anda doğru kelimeler kullanmak gerekir.
Örneğin hedef kelimesini ele alalım. çocuk size hedef kelimesinin anlamını sorduğunda, siz eşinizin iş yerindeki hedefini anlatırsanız çocuk anlamaz. Anlayabileceğine dair umudu da azalır. Bunun yerine şu cümleler daha uygundur: "Hani sen 10'a kadar sayıyorsun, ama 20'ye kadar saymak istiyorsun. İşte 20'ye kadar saymak senin hedefin. Eğer çalışır öğrenir ve sayarsan hedefin gerçek olur." denilebilir.
Soyut düşünmeden daha derinlemesine ayrıca bahsetmek daha uygun olur diye düşünmekle birlikte, somut düşünme için şunları söyleyebiliriz. Çocukların anlayabileceği kelimeler kullanmak, bazı noktalarda henüz anlayamayacağını çok belli etmeden konuşmayı genel detaylar verip ertelemek iletişimi bir nebze de olsa başarıya ulaştırır.
Yarının umut dolu çocuklarını yetiştirmek duasıyla...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)