Sayfalar

20 Temmuz 2014 Pazar

Yapabilirsin!

Öncelikle son zamanlarda aldığım tebrik maillerinin mutluluğu ile sadece tebrik edenlere değil tüm okuyucularıma teşekkür ediyorum. Her ne kadar bu beni onore etse de yazmaya devam etmem, bu bloğu oluşturduğum zamanlardaki içsel motivasyonumla aynı güdüden ileri gelir. Zaten insanı şevkle ileri iten güç de insanın içinden doğan güdü değil midir?...

Her insan yaratılış itibariyle iyiye, güzele, başarıya meyleder. Küçük çocuklara baktığımızda onlar hayattaki herhangi bir adımı yapabilmeyi başarı olarak nitelendirirler. Hatta "başardım, başardım" diye nara atan çocuklar görebiliriz ancak böyle yetişkinler yok denecek kadar azdır. Günümüz gençlerinin birbirlerine "paranı alıyorsan dert etme, iş yürür gider, neden kendini yorup uğraşıyorsun ki?" bencillik kokan cümleleri hiç de yabancı olmasa gerek. Peki içimizde ne ölüyor?

İçimizde ölen güdülenme, adanmışlık, amaç sahibi olma olabilir; ancak en önemlisi içimizde ölen yaşama sevincidir. Birbirine bağlı değil bağımlı olan ve bu şekilde yaşayan bizim gibi toplumlarda "güdü kirlenmesi" diye isimlendirdiğim kavram oldukça çok görülür. Güdü kirlenmesini, kişinin ihtiyaçlarını hiçe sayıp başkaları tarafından kendisine dolaylı ya da direkt olarak dikte edilen birtakım ihtiyaçların (çoğu zaman kişinin kendi ihtiyaçlarıymış süsü verilerek sunulan) amaç olarak nitelendirilmesi ve bu amaca güdülendirilmesi olarak düşünebiliriz.

Çocukların doktor olmasını isteyen (zamanında farklı sorunlu noktalar hasebiyle doktor olamamış) ebeveyn, çocuğuna sürekli tıp alanının pozitif noktalarını anlatıp negatif noktaları es geçiyorsa burada baskıyla birlikte bir güdü kirlenmesi vardır diyebiliriz. Çünkü ebeveynlerin çoğu "çocuğum kendi istediği mesleği seçemiyor, ben de ona yardımcı oluyorum" derken aslında yaptığı başka bir hatayı itiraf ediyor: çocuğa istemediği mesleği seçmek için gerekli yaşantı vermemesini.

İletişim gücü zayıfken psikolog olmuş, oyuncu olmak isterken memur olmuş, bilim insanı olmak isterken ev hanımı olmuş(çok dallı budaklı bir konu farkındayım), büyük bir şirkette çalışmak isterken kendi küçük işletmesini kurmuş, ticarete atılmak isterken çalışan olmuş niceleri var bu ülkede. Bunun nedeni ise yarının yetişkinlerine ne yapmak istediklerini sormuyoruz. Bu dikte etmeler, istemedikleri hayatları yaşayan bireylerle birlikte başarısızlık duygusu, olaylara negatif bakmak, sorumluluktan kaçınmak, öfke kontrolsüzlüğü, kimi zaman boyun eğmek, yaşlılıkta ise dikte etme görevini devralmak gibi hastalıklı davranışlara yol açıyor.

Öngördüğüm bir durum var ki o da, zamanında baskıcı aile olunmamalı ikazlarıyla aşırı özgür aileler nasıl türedi ise, çocuğumu zorlamamalıyım istediği hayatı yaşasın derken ona istediği işi denemesi için yıllarca emek veren -belki sömürülen- ebeveynler ile nihayetinde kendi ayakları üzerinde duramayan sorumsuz yetişkin yaştaki bireylerin türemesidir. İşte bu nedenle özgür bırakmakla, yüreklendirme ve rehberlik etmeyi iyi ayırt etmek gerekir. Ebeveynlerin nerede destek olup nerede "burası artık senin tek başına yürüyeceğin kısım" demesi gerektiğini iyi bilmesi gerekir. Bu da ebeveynlerin insan gelişimi hakkında az çok bilgilenmesi ile gerçekleşebilir.

İmkanım yok, ben yardımcı olamam diye yakınan ebeveynlerin aslında elini taşın altına sokmak istememesi ya da "ben zorluk çekerek bu noktalara geldim bu yaşa, çocuğumda zorluk çeksin böylece sorumluluk sahibi olur" demek aslında gençler/çocuklar tarafından "ailem bana inanmıyor" olarak algılanıyor. Her ilişkide olduğu gibi yine açık olmak çözüm getirebilir inancı içindeyim. Elbette belki ticarete atılmak isteyen bir çocuğunuz olabilir ve maddi gücünüz bunu desteklemeye yetmeyebilir. Ancak bu çocuğunuza olmak istediği kişi olmaması konusunda dikte etme hakkını size vermez. Bu durumda gidip kredi çekmeniz de mantıklı bir adım olmayabilir. Ancak ona "imkanım bu ancak sen bu işte kendine inanıyorsan ben de sana inanıyorum, sen elimizdekini en iyi sermayeye çevirebilme gücüne sahipsin, yapabilirsin, yeter ki çabala" demek belki de vermek istediğiniz onlarca paradan daha değerlidir. Ya da akademik başarısı yüksek olmamasına rağmen oldukça yetenekli gençlerimize "hobilerle karın doymaz" demek yerine "hobi olarak nitelendirdiğin bu uğraşının işin olmasını ister misin? Bunun seni mutlu edeceğine inanıyor musun?" diye sormak çok daha verimli bir yönlendirme cümlesi olacağı açıktır.

Eğer ebeveynler çocuklarından sadece okula gitmesini değil kendilerini tanımaları için gerekli çabayı sarf etmesini isterse ve onları bu konuda desteklerse geleceğe daha emin adımlarla ilerleyen gençler yetiştireceğimize inanıyorum.

Tüm bu süreç dahilinde çevremizdekilere hatta her gün önce kendimize "yapabilirsin" demek insanı yüreklendirir. İçsel motivasyonunu arttırır. İnsan içsel motivasyonla daha hızlı kürek çekerken küçük yorgunluklar yaşasa bile bu yorgunluk zamanlarında bir kelime ile gücünü yeniden toplayabilir. Bir yakınından bu kelimeyi duymak insana daha hızlı kürek çekmesi için şevk verecektir. Ancak insan ilgi duymadığı, yüzmek istemediği denizlerde kürek çekerken en küçük yorgunluğunda dahi "zaten bunu hiç istememiştim ki" cümlesine sığınır. Hatta suçlu bile tayin edebilir. Belki de bu yorgunluğun patlama noktasına gelmesine ve ardından nereye gideceğini bilmeyen insanların varlığına seyirci oluruz. Çözüm herkes için kolaydır. Çünkü "yapabiliriz".