Sayfalar

25 Haziran 2015 Perşembe

Modern Kölelik ve Eğitim

Kölelik yüzyıllarca farklı kisvelere bürünerek var olmaya devam ederken, modern kölelik çağımızın insanını tehdit eden sinsice hayatlarımıza girmiş olan bir tabirdir. İnsanın merkezde olduğu düşünülüp birçok parametreler dahilinde aslında hayatının bir zincirle olduğu yere bağlanması olarak da tasvir edilebilir. Günümüzde bir bireyin çalıştığı kuruma zorunlu, istemeyerek hizmet etmesi, insanın istemediği işlerde para kazanmak için çalışması, sevmediği bir insanla statü ya da toplumdan onay almak amacıyla evlenmesi de modern kölelik tabirinin altında değerlendirilir.

Modern köleliği oluşturan aslında yine insanlardır. Köleliğin legal olmamasıyla birlikte iş gücünü oluşturan alt sınıfın tabiri caizse avuçta tutulmasının modern yolu düşünceleri değiştirmekti. Günümüzde insanların düşüncelerini ve değerlerini irdelediğimizde aslında bireylerin modern köle haline getirilmesi aşamalarının nasılda işlediğini anlayabiliriz. İnsanlar, insan olarak mutlu yaşamak değil, daha çok para kazanmak için daha iyi statü elde edebilmek için çalışıyor. Çoğu kimse ise diğer kimselere statülerini, mal varlıklarını, hizmet ederek aldıklarını göstermek ve sözde kendini ispatlamak için çalışıyor. Öyleyse her gün sevmediği işe giden bunu başkalarına iyi bir iş sahibi imajını ispatlamak için gidiyorsa, başkaları dediğimiz kişilerin kölesidir. Veyahut eşinize daha pahalı bir yüzük almak için iş yerinde rakiplerinizin ayağına çelme takıyorsanız, ne aşkı ne sevgiyi ne de dünyayı tam olarak anlamış ve yaşamış sayılmazsınız.  

Ancak tüm bunlarla birlikte yaşayabilmek için gerekli olan çalışma becerisini göstermek ve ihtiyaçlarınızı karşılamak için para kazanmak gerekmektedir. Öyleyse hayatın gerçeği ile özgür yaşamanın terazisi nasıl bir denge halinde bulunmalıdır?

Bu dengeyi yakalayabilmek için değerlerin ve eğitimin nedenlerinin sorgulanması şarttır. Aslında sosyolojik bir olgu olan modern kölelik, eğitim ile sıkı bir ilişki içindedir. Ebeveynler olarak çocuklarımızın köle olarak yaşamaması için dünyadaki tüm politik, ekonomik, eğitimsel alanları değiştirmek elbette mümkün değildir. Ancak çocuklara dünyayı daha özgür algılayıp yaşamaları için onlara belli değerleri kazandırmamız mümkündür. Bunların en başında gelen kendini bilmektir. Çocuklara eğer kendini tanımalarına, ne istediklerine, ne ile mutlu olabildiklerine, hangi işleri yaptıklarında tatmin olduğunu sorgulamalarına fırsat vermeli, desteklemeli ve onların bu sorgulayıcı bakış açısını kazanmalarına rehberlik etmeliyiz. Bireyler ancak ne istediklerini bildikleri zaman köle değil insan olabilme yolunda adım atabilirler.

Birçok ebeveynin yapmakta zorlandığı bir diğer mesele olduğu gibi kabul etmektir. Çocuk / genç ailesiyle farklı fikirde olabilir. Farklı ilgi alanlarına sahip olabilir. Vaktini ebeveynleri ile değil, ilgi alanına hizmet eden diğer kişilerle daha çok öğrenmek için harcayabilir. Tüm bunlara saygı duymamız gerekiyor. Çocukları oldukları gibi kabul etmek onlara saygı duymak daha özgür yaşamalarını sağlayabilir. Bu elbette ailelerin çocuğun kölesi olması anlamına gelmiyor. Ebeveynlerin bu noktada da dengesi sağlaması şart.

Pastanın kıvamındaki un miktarı gibi modern köleliğin önünde dik duruşlu olabilmenin kıvamında önemli husus ise cesarettir. Çocuklara cesaretle istediğinin peşinden koşabilmeyi, düşünüp tarttıktan sonra atik bir şekilde harekete geçebilmeyi öğretebilmek gerekiyor. İnsan cesarete ömür boyu ihtiyaç duyar. Ancak cesareti mantıkla entegre edebilmeyi gençlik yıllarında öğrenir. Cesareti ise aslında hiç öğrenmez, onunla doğar. Öğrendiği şey korkmaktır. Ailelerin cesareti öğretmelerine gerek yoktur. Korkak olmayı öğretmemeleri yeterlidir. Ailelerdeki otoriteyi sağlama pahasına oluşturulan "ebeveynim ben ezici üstünlüğüm" anlayışından vazgeçilerek çocuklara korkak olmayı değil, cesaretle yürüyebilmeyi öğretmek mümkün kılınabilir. 

7 Haziran 2015 Pazar

Sınavları Boşver, Öğrenmene Bak

Bilimin her araştırmasıyla birlikte çocuk yetiştirmede renkler değişmektedir. Her gün değişen renklerin sonucunda ne yapacağını bilemeyen ebeveynler "popüler bilim"in kurbanı olabiliyor.
Elbette bilim evrilen, gelişen ve bizi de değiştiren/değiştirebilen bir olgudur. Bu çerçevede neler yapacağımızı bilmememiz / bilemememiz bilimin evrilmesiyle değil, bilginin temelinin olmamasıyla ilişkilidir.
Çok bilgili, zeki! , sınıfta arkadaşlarından önce ve onlardan daha çok bilen bir çocuk neredeyse ailenin popüler üyesi olma hakkını kendinde görebiliyor. Bu da bir nevi tabakalaşmayı zihinlere "yaşamın değiştirilemez bir gerçeği" olarak işlenebiliyor. Öyle ya sınıfta ve evde "en" olabilme duygusu daha çocuk yaşlarda bireylerin kalbine bir tohum gibi ekiliyor.
Daha iyi işlerde çalışmak, daha iyi kariyer yapmak, daha fazla para kazanmak adına bu yarışa sokulan çocuklar artık iyi ya da kötü, ilgili ya da ilgisiz demeden önlerine sunulan soruları en kısa zamanda yutma telaşı içindeler.
Sistemin böyle olmasından yakınan birçok aile, teslimiyetçi bir tavırla oyunda piyon olmayı kabullenmiş tavırlar sergilerken, kurban hep aynı: çocuk! Bu şartlar altında ben çocuğumu daha özgür nasıl yetiştiririm diye düşünüp, en temel noktasına gitmemiz gerek: Çocuğunuza ve insan olarak onun içindeki cevhere güvenin.
Bir çocuk sınavda belli soruları çözdüğü için başarılı veya yetenekli değildir. Bir çocuk başarılı ve yetenekli olduğunu içinde barındırdığı yeteneği ortaya çıkardıkça hissedecektir. Onun içindeki bu yeteneği, her insandaki gizil gücün varlığını bilin. Bunun ardından bu gizil gücü ortaya çıkaracak etkinliklere başvurun. Bir çocuğun mantıksal - matematiksel zekası yüksek diye önüne testler yığmanızın anlamı yok. Ona mantık oyunlarını gösterdiğiniz, sayılarla dolu bir dünyaya yolculuk etmesine rehberlik etmediğiniz sürece tam anlamıyla ruhuna inmeniz mümkün değildir.
Bugünlerde öğrencilerin farklı yöntemlerle kendilerini keşfetmelerine izin veren birçok etkinlik ve kurslar düzenlenmektedir. İlgili anne-babalar bunları takip ederken çocuklarının gelişimleri için doğru adımlar atmayı görev biliyorlar.
Peki en olabilme duygusunun önüne nasıl geçilebilir ki? Öncelikle en eğitimli insanlarımızın bile çoğu zaman düştüğü bir hataya düşmemek gerekiyor. Daha yaşına girmemiş çocukların her hareketini kıyaslarken, okul çağı çocuklarımızı kıyaslama konusunda kendimizi haklı görüyoruz. Eğitim sistemimiz tüm çocukların tüm dersleri eşit ve iyi bir şekilde öğrenmesi gerektiğini benimserken, ebeveynlerin takınması gerekn tutum çocukların kardeşleriyle, arkadaşlarıyla ve diğer kişilerle kesinlikle kıyaslanmaması; başarılı oldukları ve başarısız oldukları derslerin olabileceği bunun kabul edilmiş olmasıdır. Özellikle önümüzdeki günlerde karnelerin alınmasıyla ailede başarı ve başarısızlık mevzuları daha derinden gündem oluşturacaktır. Tüm parametreler aynı dahi olsa kişilerin bireysel farklılıkları gözetildiğinde kıyaslamanın haksızlığı ispatlanır. Bu nedenle "neden başarısızsın", "neden bu dersin notu düşük" gibi sorularla çocukları köşeye sıkıştırıp, "ben ...dersinden senden daha yüksek almıştım" şeklindeki ego şişiren savaş başlatan cümlelere yelken açmamalıyız.
Aksine yapılması gerekenleri düşünürsek; başarılı olduğu derslerin daha da gelişimi, bu alanda ilgisi doğrultusunda yeni etkinliklere yol açılabilir. Örneğin resmi seven çocuğa boya almak, müzikten hoşlanan çocuğa enstrüman almak, türkçesi başarılı çocuğa hikaye kitabı almak, matematiği başarılı çocuğa zeka oyunları ya da sayısal bulmacalar almak bir ödüldür, teşviktir. Böylece başarılı dersin ileride daha da başarılı olması için basamak teşkil eder.
Başarısız dersler hakkında da neler yapılabileceği nasıl çalışılması gerektiği, bunu eğlenceli hale nasıl dönüştürüleceği konuşulabilir. Önemli olan çocuğu sıkmadan öğrenebilmesi için uygun yollar izlemek suretiyle çoktan seçenekli öğrencilik hayatlarına çok renkli ve öğretici dakikalar katabilmektir.