Hızla gelişen teknoloji yaşam şartlarımızı da değiştirdi. Bizler teknolojiyi kullanıp hayatımızı kolaylaştırırken farkında olmadan bazı kıymetli değerlerimizi de yitiriyoruz. Bundan yakınmak bir kenara, kaybolan değerlerimize tutunmak, kaybetmemek ya da geri kazanmak için bir çabamızda mevcut değil. Bu değerlerin değişim hızının ivmesi arttıkça kuşaklar arası çatışma daha da güçleniyor. Hatta bazı ailelerde şuan ebeveynler ile çocuklar arası kuşak farkı bir kat daha artmış durumdadır. Bazen bizden az farkla küçük yaşta olanların bizden bambaşka bir değerler dünyası olduğuna elbette şaşırıyoruz.Bunu biraz genellersek 80'lerde çocuk olanlarla 90'larda çocuk olanlar arasındaki farkların neler olduğundan bahsetmek istiyorum.
Geçtiğimiz kuşak teknolojiden nasibini yeteri kadar alamamış, öğrenmelerini sosyal yollarla tamamlayan bireylerden oluşuyor. Bu kuşak arkadaşlıktan, güvenmekten, söz vermenin ne olduğundan anlayan hatta bu konuda oldukça hassas olan bir kuşak. Öğrenmek istediklerini "google"a yazmıyor, ansiklopedilerin sayfalarını karıştırıyor. Emin olmadıkları mevzularda "ben biliyorum" diye atılanı az. Bu nedenle biraz pasifler. Söylediklerini bilip de konuştukları için ya da az bilen olduğu için genelde herkes birbirini dinliyor. Dinleyerek öğreniyorlar. Öğrenmek için kendilerinden daha fazla tecrübeye sahip bireylere ihtiyaçları var. Bu nedenle yaşı küçük olanların bilmediklerini düşünüyorlar. Yani bilginin yaş ile paralel olduğuna inanıyorlar. Birçoğu güzel ama birçoğu da yanlış düşüncelere sürükleyecek niteliğe sahip değerler.
Yeni kuşak ise bundan farklıdır. Yeni kuşağın arkadaşlık duyguları zayıf, antisosyalleşme eğiliminde olmasına rağmen; girişimci ruhları vardır. Bir önceki neslin bireyleri kadar tekdüze değiller. İnsanların aptal dediklerinin aksine ezberden uzak, olayları farklı açılardan değerlendiren niteliğe sahiptirler. Çünkü bu nesil bilgiye çok kolay ulaşır. Bilgiye ulaşmak değil, bilgiyi değerlendirmek daha kıymetli olur. Daha fazla bilgiye ulaşmak ve bu bilgileri beyinde harmanlayıp fikirler ortaya çıkarmak bireyleri eşsiz yapar. Bilginin ucuz olduğu zamanda paha eden fikirlerdir. Artık yeni neslin farklılıkları kabullendiğini, her bireyin farklı yönleriyle zenginleştiğini kabul ettiklerini bilmeliyiz.
Geçtiğimiz kuşağın bireyleri, farklılıkları dışlayarak bir şey elde edemeyeceğini anlamalıdır. Özgürlük burada başlar. Geçen nesil, gençlerimize bilgiyi ezberlemedikleri için kınamak yerine bilgiyi nasıl en güzel şekilde yorumlayabilecekleri konusunda yardımcı olmalıdır. Sadece bilmenin bir anlam ifade etmediğini kabullenmelidir. Geçen kuşak, kendi dostluklarının anılarıyla hayıflanma yerine toplumda bu değerlerin oluşması için doğru örnek olmalıdır. Geçtiğimiz kuşağın bireyleri gençleri farklılıklarından dolayı dışlamak yerine onlarla genç kalabilmeyi başarabilmelidir. Genç kalan fikirlerdir, bunu unutmamalıdırlar. Sosyal hayatta öğrenilenlerle, toplumun baskılarıyla yüklenilen rolleri yaşayarak hayatın anlamlı olmadığını, herkesin kimseyi incitmeden olmak istediği kişi olma özgürlüğüne sahip olduğunu bilmeleri gerekir. Herkesin kendisi olma şansına sahip olması gerekir. Bu şuurla hareket etmeleri gerekir.
Yeni neslin elbette eksik yanları vardır. Kültürümüzü çarpıtılmadan öğrenebilmek için bazen teknolojinin yetersiz kaldığını bilmeleri gerekir. Sosyal öğrenmeye kültürümüzü, değerlerimizi öğrenmek için başvurmak gerektiğini içselleştirmeleri gerekir. Farklılığın, çok yönlülüğün büyüsüne kapılıp, bilmeden farklı olmanın insanı yanlışlara iteceğini, farklı olma kaygısı güderken yolun kaybedilebileceğini kabullenmelidirler. Bu şuur bilgisiyle, fikirleriyle, nerede durulacağının farkındalığıyla büyülü bir neslin içimizde barındığını bize hissettirecektir.
Kişi yaşını düşünmeden davranış ve düşünceleriyle kendini hangi kuşağa yakın hissediyorsa, öyle davranmalı; ve iki kuşak arası çatışmaların çözümü için eksik olan yönlerini tamamlamak için gayret göstermelidir. Bu toplum içinde birbirinden kopuk bireylerin var olmasını engellerken, her bireyi olduğundan daha fazla geliştirir. Başarılara imza atan büyük bir aile olmak için, içimizdeki çatışmaları çözmemiz bunun için de duyarlı olmamız gerekir.
Sayfalar
28 Kasım 2013 Perşembe
20 Kasım 2013 Çarşamba
Vizyon Sahibi Birey Yetiştirmek
Farkında olsak da olmasak da düşük ya da yüksek standartları olan bireyleriz. Standartlarımızı hayattaki amaçlarımız belirler. Her bireyin düşünceleri farklı olabileceği gibi, vizyonu da farklı olabilir. Ancak çoğu birey geç yaşa kadar vizyon sahibi olamaz ve vizyon sahibi olan ya da olmayan çevresindeki bireyleri örnek alır. Bu bizim henüz ergenlik döneminde kişilik gelişimini tamamlamamış bireylerden bekleyeceğimiz bir davranıştır. Öyleyse kendi düşünceleri ile, mantığı ile standartları ve vizyonu olan nesiller yetiştirmek için, biz yetişkinlerin yapmaları gereken nelerdir diye sorup öğrenmeliyiz.
Toplum birbirine özendirmeye ve kınayarak bazı davranışları kısıtlandırma da oldukça başarılıdır. Öncelikle vizyon sahibi bireyler olarak her ne kadar "alay" standartlara uyan bir davranış olmasa da, standartları düşük kişilerin fayda sağlamayan kişiler olduğu konusunda kâle almama davranışı gösterilebilir. Kınama bunların en güzel, en yerinde olanı sayılabilir.
Diğeri her zaman olduğu gibi vizyon sahibi bir birey olduğumuzu, dik duruşumuzla gösterip örnek olmalıyız. Standartları yüksek olan ebeveynlere sahip bireyler düşük standartlarda kalmayı hoş bulmaz. Bunun için amaç ve hedeflere sahip kişiler olmak, yaşam hedefi olan saygı, güven gibi kavramları hayata uygulamada beceri sahibi olmak gerekir. Belli bir vizyona sahip olmak amaçlı yaşamaktan geçer.
Hamur gibi bireyler yetiştirmek gerekir. Farklı düşüncelere saygı duyan, farklı düşünceleri değerlendiren ancak ancak özümsemeden içselleştirmeyen bireyler olmak ve öyle bireyler yetiştirmek gerekir. Dar açılı olmamak ve kolay bükülen değil, zamanla şekillenebilen kişiler yetiştirmek, bilgiyle dolu olmaktan geçer. Vizyon sahibi kişi olmak bu zamanda oldukça zor zanaattir. Bunun için iyi pişmek gerekir. Bunun yöntemi iyi okumaktan geçer. Çok okumak, okuduklarından verim almak, farklı türde kitaplar, metinler okumak kendini farklı alanlarda geliştirebilmek gereklidir. Farklı alanlarda da bilgi sahibi olmak çok yönlü olmak gerekir. Bunun için her bulunan faaliyete atlamak değil, katılım gerçekleştirme aşamasında düşünmek gerekir. Çok yönlülüğü fayda verecek alanda aktifleştirmek gerekir. Bunlar bizi geliştirirken hem de çocuklarımıza örnek olmada yarar sağlar.
Okumak, farklı türde kitaplar okumak, farklı alanlarda kitap ve metinler okumak, farklı faaliyetlere katılmak kişilik gelişiminde fayda sağlayacak aktivitelerde bulunmak vizyon için elbette gereklidir. Ama tüm bunlara önemli bir nokta daha eklemek istiyorum. İdrak! Düşünmezsek, doğru kitap almadan anlatılanları doğru algılamaya kadar birçok alanda zayıf kalırız. Bu nedenle doğru düşünme becerisi edinmek idrak kabiliyeti yüksek kişi olmak büyük meziyettir.
Bunları başarı ile yapabilmek ve yeni nesilleri bu beceriye sahip olmaları için onlara yol yordam göstersek bizden sonra özenmiş değil, kendi fikirleri ile çığır açan bir neslin yaşayabileceğini göreceğiz.Farklılıklarıyla başarılara imza atan bir nesli görmek hepimizin arzu ettiği bir gerçektir.
Toplum birbirine özendirmeye ve kınayarak bazı davranışları kısıtlandırma da oldukça başarılıdır. Öncelikle vizyon sahibi bireyler olarak her ne kadar "alay" standartlara uyan bir davranış olmasa da, standartları düşük kişilerin fayda sağlamayan kişiler olduğu konusunda kâle almama davranışı gösterilebilir. Kınama bunların en güzel, en yerinde olanı sayılabilir.
Diğeri her zaman olduğu gibi vizyon sahibi bir birey olduğumuzu, dik duruşumuzla gösterip örnek olmalıyız. Standartları yüksek olan ebeveynlere sahip bireyler düşük standartlarda kalmayı hoş bulmaz. Bunun için amaç ve hedeflere sahip kişiler olmak, yaşam hedefi olan saygı, güven gibi kavramları hayata uygulamada beceri sahibi olmak gerekir. Belli bir vizyona sahip olmak amaçlı yaşamaktan geçer.
Hamur gibi bireyler yetiştirmek gerekir. Farklı düşüncelere saygı duyan, farklı düşünceleri değerlendiren ancak ancak özümsemeden içselleştirmeyen bireyler olmak ve öyle bireyler yetiştirmek gerekir. Dar açılı olmamak ve kolay bükülen değil, zamanla şekillenebilen kişiler yetiştirmek, bilgiyle dolu olmaktan geçer. Vizyon sahibi kişi olmak bu zamanda oldukça zor zanaattir. Bunun için iyi pişmek gerekir. Bunun yöntemi iyi okumaktan geçer. Çok okumak, okuduklarından verim almak, farklı türde kitaplar, metinler okumak kendini farklı alanlarda geliştirebilmek gereklidir. Farklı alanlarda da bilgi sahibi olmak çok yönlü olmak gerekir. Bunun için her bulunan faaliyete atlamak değil, katılım gerçekleştirme aşamasında düşünmek gerekir. Çok yönlülüğü fayda verecek alanda aktifleştirmek gerekir. Bunlar bizi geliştirirken hem de çocuklarımıza örnek olmada yarar sağlar.
Okumak, farklı türde kitaplar okumak, farklı alanlarda kitap ve metinler okumak, farklı faaliyetlere katılmak kişilik gelişiminde fayda sağlayacak aktivitelerde bulunmak vizyon için elbette gereklidir. Ama tüm bunlara önemli bir nokta daha eklemek istiyorum. İdrak! Düşünmezsek, doğru kitap almadan anlatılanları doğru algılamaya kadar birçok alanda zayıf kalırız. Bu nedenle doğru düşünme becerisi edinmek idrak kabiliyeti yüksek kişi olmak büyük meziyettir.
Bunları başarı ile yapabilmek ve yeni nesilleri bu beceriye sahip olmaları için onlara yol yordam göstersek bizden sonra özenmiş değil, kendi fikirleri ile çığır açan bir neslin yaşayabileceğini göreceğiz.Farklılıklarıyla başarılara imza atan bir nesli görmek hepimizin arzu ettiği bir gerçektir.
29 Ekim 2013 Salı
Tek Tipleştiremedikleri Biziz...
Çocuk yaşlarda yaşadığımız küçük ayrıntılar bile bizim kişiliğimizi oluşturmada oldukça etkilidir. Bizlerin bu günlerde insanları kategorileme hastalığında olmamız, bize iyi ve kötü ayrımını sert çizgilerle yapmamıza neden olmuştur.
Çevremizdeki birçok faktör bizi tek tipleştirir. Henüz çocukken çizgi filmlerde kötü bir kişinin hiç bir davranışının iyi olmadığı, canavar vb. hayali karakterlerle eşleştirildiği ilk başlardaki yanlışlarımız. Çocuklar farkında olmadan bilinç altında kötü karakterin herhangi bir özelliğini - pantolon, sakal vs.- kötülükle eşleştirebilirler. Yetişkin filmlerinde bir karakterin iyi ve kötü özelliklerinin olduğu gösterilirken çocuklara bunu anlatmada sıkıntı yaşadığımız aşikar. Belki iyi ve kötü davranışı bir miktar verdikten sonra bir bireyde iyi ve kötü özelliklerin olabileceği vurgulanabilir. Özellikle 10 yaşının üzerindeki bir çocuğun bunu rahatlıkla kavrayabileceğine inanıyorum.
Bizi sadece filmler etkilemiyor. Bir arkadaşımın verdiği örneği eklemek isterim. Yıllarca tek cevaplı soruları çözdük. Şıklı sorularla boğuştuk. Ve şimdi her olgunun tek cevabı olduğuna inandık. Farklı düşüncelerin bir arada bütün halinde olabileceğini kestiremedik. Olaylara tek boyutlu baktık. Verdiğimiz cevaptan başka doğru yoktur zannettik. Diğer insanlara karşı saygısızlığımız belkide bu şekilde başladı.
En nihayetinde bize doğruyu anlatmak için vurgularla ikazlarla törpüleyen ailelerimiz... "Tembel insanla oturma!", "o pasaklı bir çocuk uzak dur!" ikazlarını yaşadık ve yaşıyoruz. Unuttuğumuz bir şey var. Tembel olmasına rağmen cömert bir arkadaşımız olabilir. Asosyal ama zeki bir arkadaşımız da... İnsanların sadece tek bir özelliğine göre seçmek ne kadar bencilse; tek bir özelliği yüzünden insanları yargılamak da o kadar kayıptır.
Ardından bunu sadece arkadaşlıklarına, sosyal hayatlarına değil; evliliğine de taşıyan bireyler görürüz. Sonra da şimdiki evliliklere bahane buluruz. Halbuki hata olamadığımız kendimizde. Doğru davranışlar sergilemek, eksikliklerimizi kabul etmek, kendimizle barışık olmak ve eksik yanlarımızı düzeltmeye çalışmak için çabalarken her bireyin kendi içinde bu çabada bulunduğunu unutmamak gerekir. Yargılamaktan ziyade el uzatmak lazım gelir. Birbirimizi de bu şekilde kabul etmemiz gerekir.
Bunun için çocuklara şimdiden her bireyin farklı ve özel olduğunu, olabileceğini, kötü insanın olmadığını, kötü bireyden ziyade kendini düzeltmeye yeltenmeyen bireyin olduğunu anlatmak gerekir.
Çevremizdeki birçok faktör bizi tek tipleştirir. Henüz çocukken çizgi filmlerde kötü bir kişinin hiç bir davranışının iyi olmadığı, canavar vb. hayali karakterlerle eşleştirildiği ilk başlardaki yanlışlarımız. Çocuklar farkında olmadan bilinç altında kötü karakterin herhangi bir özelliğini - pantolon, sakal vs.- kötülükle eşleştirebilirler. Yetişkin filmlerinde bir karakterin iyi ve kötü özelliklerinin olduğu gösterilirken çocuklara bunu anlatmada sıkıntı yaşadığımız aşikar. Belki iyi ve kötü davranışı bir miktar verdikten sonra bir bireyde iyi ve kötü özelliklerin olabileceği vurgulanabilir. Özellikle 10 yaşının üzerindeki bir çocuğun bunu rahatlıkla kavrayabileceğine inanıyorum.
Bizi sadece filmler etkilemiyor. Bir arkadaşımın verdiği örneği eklemek isterim. Yıllarca tek cevaplı soruları çözdük. Şıklı sorularla boğuştuk. Ve şimdi her olgunun tek cevabı olduğuna inandık. Farklı düşüncelerin bir arada bütün halinde olabileceğini kestiremedik. Olaylara tek boyutlu baktık. Verdiğimiz cevaptan başka doğru yoktur zannettik. Diğer insanlara karşı saygısızlığımız belkide bu şekilde başladı.
En nihayetinde bize doğruyu anlatmak için vurgularla ikazlarla törpüleyen ailelerimiz... "Tembel insanla oturma!", "o pasaklı bir çocuk uzak dur!" ikazlarını yaşadık ve yaşıyoruz. Unuttuğumuz bir şey var. Tembel olmasına rağmen cömert bir arkadaşımız olabilir. Asosyal ama zeki bir arkadaşımız da... İnsanların sadece tek bir özelliğine göre seçmek ne kadar bencilse; tek bir özelliği yüzünden insanları yargılamak da o kadar kayıptır.
Ardından bunu sadece arkadaşlıklarına, sosyal hayatlarına değil; evliliğine de taşıyan bireyler görürüz. Sonra da şimdiki evliliklere bahane buluruz. Halbuki hata olamadığımız kendimizde. Doğru davranışlar sergilemek, eksikliklerimizi kabul etmek, kendimizle barışık olmak ve eksik yanlarımızı düzeltmeye çalışmak için çabalarken her bireyin kendi içinde bu çabada bulunduğunu unutmamak gerekir. Yargılamaktan ziyade el uzatmak lazım gelir. Birbirimizi de bu şekilde kabul etmemiz gerekir.
Bunun için çocuklara şimdiden her bireyin farklı ve özel olduğunu, olabileceğini, kötü insanın olmadığını, kötü bireyden ziyade kendini düzeltmeye yeltenmeyen bireyin olduğunu anlatmak gerekir.
15 Eylül 2013 Pazar
Çocuklara karşı Çiftlerin Tutumu
Her çocuk anne-babanın varlığının hissettirdiği o muhteşem duygu ile doludur. Birinin eksikliği dahi yeri doldurulamaz boşluklar oluşturur ve bunun telafısi zor olduğundan bizlere birbirimize sabretme gibi bir nimet bahşedilmiştir.
Halbuki unuttuğumuz, anne baba gözetiminde yaşayan çocuğun veya gencin sadece bu nimete şükretmesi değil, birlik ve dayanışmanın bir olmaktan farklı olduğudur. Evet bazen tamamıyla bir olmak gerekebilir. (Çiftlerin birbirlerine alan bırakacakları mevzular, bütün olarak durmaları gereken mevzulardan farklıdır.) Bütün olabilmeyi başarmış aileler sorunların üstesinden daha kolay gelebilir ve kendi içlerinde başarıya daha çabuk tırmanabilir.
Birlik içinde olmanın koşulu elbette saygı ve güvenden geçer. Saygı sadece hürmet göstermek değildir. Saygı; öz saygı, tutarlı olmak gibi kavramları da kapsar. Çiftlerin birbirlerinden izin alması köle olduklarının değil, birbirinden habersiz hareket etmek istemediklerini göstermesi gibi örnekler aslında derinde saygıyı da barındırır. Çocuğa karşı takınılacak tavrın işte bu anlayışta olan çiftlerde daha tutarlı olduğu sabitlenmiş bir görüş olmak durumundadır.
Çocuklara karşı verilecek cezalardan, ikazlardan, ödüllerden çift olarak ortak karar vermek; ikilik çıkarmamak en mühim noktadır. Aile içinde herkesin nerede durması gerektiği konusunda açık konuşmak, belirsizlikten kaçınmak daha sağlam bir psikolojiye sahip bireyler yetiştirmede bizlere yardımcı olur.
Önemli bir diğer nokta ise verilecek ortak kararları, fikir birliğine varılamayan durumlarda konuşmayı çift olarak baş başa konuşmak, çiftlerin hangisinin daha yumuşak hangisinin daha kesin kurallı olduğu noktasında çocuğa açık ara farkları belli etmek suistimal edilmeye ortam oluşturur. Çocuk ebeveynlerinden hangisine giderse ödevlerinden sorumsuzca cayabileceğini düşünmemelidir. Ebeveynlerin zaaflarını bilmesi mümkün mertebe ertelenmelidir.
Elbette kuralların tamamını ebeveynlerin koymaması lazım gelir. Kural konulmamış ve konulması gereken mevzular ailedeki herkesin toplanıp durumu konuşup ortak bir noktada buluşması bu şekilde sınırların belirlenmesi daha uygundur. Bir örnekle durum ve aşamaları izah etmek istersek:
Sürekli dersin başına geçme konusunda sıkıntı yaşayan bir öğrencinin ödevlerinin aksaması bir sorundur. Öncelikle aile toplanır ve bu duruma neden olan engeller tespit edilir. Kardeşin oyun oynamak için mi engelliyor olduğu, kaynak eksiği mi, sağlık mı, aile içi sorunlar mı... Tespit edilen durumun düzelmesi için gerekli önlemler alınır. Bir süre bu engellemenin öğrencinin çalışma performansını nasıl etkilediği gözlemlenir ve eğer durum sorumsuzluktan, zorunlu olmayan nedenlerden dolayı ise ödül ve ceza ile kurallar oluşturulur. Bu aşama da çocukla birlikte kararlaştırılır. Fakat sizlere şahsi önerim ortak kurallar konulmadan önce çift olarak baş başa konuşulmasıdır.
Yani çocukla konuşulacaksa ve kural konulmak istenirse çiftin önceden x süre kadar ders çalışırsa y süre kadar oyun oynamasına izin verelim şeklinde ortak bir noktada anlaşmak, ardından oyun mu başka bir aktivite mi olduğu konusunda çocuğa seçenek sunmak; gerekirse ders ve oyun sürelerini çocukla birlikte karar verirken değiştirmek (böylece çocuğun kurallarda imzası olduğunu hissetmesi ve uygulamaya daha yakın olması hedeflenmeli.) uygundur. Ödüllerde olduğu gibi cezalarda da benzer yöntem uygulanmalıdır.
Çiftlerden ceza indirimi vb. polemiklerde ebeveynler diğer ebeveynlerine danışmadan tamam dememelidir. İşte buna saygı diyoruz.
Gün içindeki gerginlikle birlikte çocuğun yanlış yapması durumunda eğer çiftlerden biri çocuğa kızdı ise diğer ebeveyn fazla müdahalede bulunmamalı, çocuğun gözünde ebeveyn itibarını düşürmemelidir. Gerekirse ebeveynler aş başa kaldıklarında birbirlerini uyarıp, sükunete davet edebilirler.
Son söz olarak her türlü ilişkide olduğu gibi aile içi ilişkilerde de şeffaflığın yarar getireceğine inancım tamdır. İlişkinin mayasının güven ve saygı olduğunu tekrar vurguluyorum. Mutlu aileler, mutlu çocuklar ve kendini geliştiren bireylerin yaşadığı bir dünya diliyorum.
Halbuki unuttuğumuz, anne baba gözetiminde yaşayan çocuğun veya gencin sadece bu nimete şükretmesi değil, birlik ve dayanışmanın bir olmaktan farklı olduğudur. Evet bazen tamamıyla bir olmak gerekebilir. (Çiftlerin birbirlerine alan bırakacakları mevzular, bütün olarak durmaları gereken mevzulardan farklıdır.) Bütün olabilmeyi başarmış aileler sorunların üstesinden daha kolay gelebilir ve kendi içlerinde başarıya daha çabuk tırmanabilir.
Birlik içinde olmanın koşulu elbette saygı ve güvenden geçer. Saygı sadece hürmet göstermek değildir. Saygı; öz saygı, tutarlı olmak gibi kavramları da kapsar. Çiftlerin birbirlerinden izin alması köle olduklarının değil, birbirinden habersiz hareket etmek istemediklerini göstermesi gibi örnekler aslında derinde saygıyı da barındırır. Çocuğa karşı takınılacak tavrın işte bu anlayışta olan çiftlerde daha tutarlı olduğu sabitlenmiş bir görüş olmak durumundadır.
Çocuklara karşı verilecek cezalardan, ikazlardan, ödüllerden çift olarak ortak karar vermek; ikilik çıkarmamak en mühim noktadır. Aile içinde herkesin nerede durması gerektiği konusunda açık konuşmak, belirsizlikten kaçınmak daha sağlam bir psikolojiye sahip bireyler yetiştirmede bizlere yardımcı olur.
Önemli bir diğer nokta ise verilecek ortak kararları, fikir birliğine varılamayan durumlarda konuşmayı çift olarak baş başa konuşmak, çiftlerin hangisinin daha yumuşak hangisinin daha kesin kurallı olduğu noktasında çocuğa açık ara farkları belli etmek suistimal edilmeye ortam oluşturur. Çocuk ebeveynlerinden hangisine giderse ödevlerinden sorumsuzca cayabileceğini düşünmemelidir. Ebeveynlerin zaaflarını bilmesi mümkün mertebe ertelenmelidir.
Elbette kuralların tamamını ebeveynlerin koymaması lazım gelir. Kural konulmamış ve konulması gereken mevzular ailedeki herkesin toplanıp durumu konuşup ortak bir noktada buluşması bu şekilde sınırların belirlenmesi daha uygundur. Bir örnekle durum ve aşamaları izah etmek istersek:
Sürekli dersin başına geçme konusunda sıkıntı yaşayan bir öğrencinin ödevlerinin aksaması bir sorundur. Öncelikle aile toplanır ve bu duruma neden olan engeller tespit edilir. Kardeşin oyun oynamak için mi engelliyor olduğu, kaynak eksiği mi, sağlık mı, aile içi sorunlar mı... Tespit edilen durumun düzelmesi için gerekli önlemler alınır. Bir süre bu engellemenin öğrencinin çalışma performansını nasıl etkilediği gözlemlenir ve eğer durum sorumsuzluktan, zorunlu olmayan nedenlerden dolayı ise ödül ve ceza ile kurallar oluşturulur. Bu aşama da çocukla birlikte kararlaştırılır. Fakat sizlere şahsi önerim ortak kurallar konulmadan önce çift olarak baş başa konuşulmasıdır.
Yani çocukla konuşulacaksa ve kural konulmak istenirse çiftin önceden x süre kadar ders çalışırsa y süre kadar oyun oynamasına izin verelim şeklinde ortak bir noktada anlaşmak, ardından oyun mu başka bir aktivite mi olduğu konusunda çocuğa seçenek sunmak; gerekirse ders ve oyun sürelerini çocukla birlikte karar verirken değiştirmek (böylece çocuğun kurallarda imzası olduğunu hissetmesi ve uygulamaya daha yakın olması hedeflenmeli.) uygundur. Ödüllerde olduğu gibi cezalarda da benzer yöntem uygulanmalıdır.
Çiftlerden ceza indirimi vb. polemiklerde ebeveynler diğer ebeveynlerine danışmadan tamam dememelidir. İşte buna saygı diyoruz.
Gün içindeki gerginlikle birlikte çocuğun yanlış yapması durumunda eğer çiftlerden biri çocuğa kızdı ise diğer ebeveyn fazla müdahalede bulunmamalı, çocuğun gözünde ebeveyn itibarını düşürmemelidir. Gerekirse ebeveynler aş başa kaldıklarında birbirlerini uyarıp, sükunete davet edebilirler.
Son söz olarak her türlü ilişkide olduğu gibi aile içi ilişkilerde de şeffaflığın yarar getireceğine inancım tamdır. İlişkinin mayasının güven ve saygı olduğunu tekrar vurguluyorum. Mutlu aileler, mutlu çocuklar ve kendini geliştiren bireylerin yaşadığı bir dünya diliyorum.
29 Ağustos 2013 Perşembe
Prestij Sahibi Gençlerden Çocukluğa
Başarı skalaları dolu nice gençler var. Nice gençler var, genç yaşlarının aksine olgun, oldukça çalışkan.
Enerjilerini hangi alanda harcadıkları, ne iş yaptıklarından daha da önemlisi sevdikleri alanlarda mı yoksa zorunda kaldıkları işlerde mi uğraş verdikleri asıl meseledir.
Ne yazık ki, ülkemizin eğitim sistemi oturmamış olmakla birlikte, öğrenciyi yönlendiren değil, sürükleyen bir toplum kültürümüz vardır.
Öğretmen, doktor, avukat olmak istemeyen birçok genç, seçimlerinin aile baskısından etkilendiğini itiraf etmiştir. Şimdi bu gençler mesleklerine ne kadar sarılabilmişler, iş hayatları dışında kendilerine ne kadar (mesleğe yönelik bilgilenme konusunda) eğitmişler tartışılır.
Ebeveynler ise "oğlum şurada şu işi yapıyor, kızım anne oldu hem de şu işle meşgul oluyor" gibi cümlelerle dostlarına(!) gösteriş yapıyorlar. Halbuki kimin hangi işi yaptığı ya da yaptığı işle övünüyor olması değil, yapmaya başladıkları ya da karar verdikleri mesleğe ne kadar sahip çıkabildikleri önemli bir mevzudur.
Şuan -özellikle gençlerin interneti henüz keşfetmemiş ve aile ile yönlendirilmiş oldukları zamanın gençleri- 25 yaş üstü gençler yaptıkları işi seviyorsa yaşıtlarına nazaran kendilerini şanslı sayıyorlar. Kimisi mesleğini sevmek için kendine bahaneler ararken, kimisi ise (benim gibi) meslek değiştirmek için yeniden eğitim alıyor.
İstedikleri için didinip uğraşan gençlere "beyhude çaba" diye ikazlar devam ederken, sevmedikleri işi yapan çocuklarının çığ gibi büyüyen mutsuzluklarını kulak ardı eden ebeveynler bizi şaşırtıyor. Şimdi geçmişten ders çıkarma zamanı... Gelecek yeni nesil ne iş yapacaklarını kendileri seçmeli. Bilgi kaynakları ülkemizde, gençler istedikleri meslek hakkında bilgi ve yoruma çok çabuk ulaşabilirler.
Onlar edindikleri bilgiyi değerlendirerek karar versinler ve kendi hayatlarını yaşasınlar. Ebeveynlere düşen mesleğin fark edilmemiş noktaları hakkında gençleri uyarmak olabilir. Elbette gençlere, "bu meslek hakkında ... durumu mevcut, sen bunu da göz ardı etme; ben yalnızca bilgi vermek amacıyla bunu sana söylüyorum elbette karar senindir." şeklinde cümle kurmak bağları koparmaktan ziyade kuvvetlendirir.
İdealde olmasını arzu ettiğimiz ebeveyn ise biraz daha farklıdır. Bu söylediklerimizden çok çok daha fazlasını yapar. İdeal ebeveyn çocuklarını çevresine karşı prestij olarak görmez. Sonuçta onlarda insandır ve her birey kendi prestijini kendisi kendisine elde eder. İdeal ebeveynin düşüncesi prestij değil, yetiştirmekle mükellef olduğu çocuğuna yeni bir birey olarak bakmaktır.
İslam düşüncesi de bize bunu aşılar. Çocuklara sahip olunmadığı onların yalnızca Allah'ın emaneti olduğu, onları kendi itibarımız ya da para kazanan bir makine değil de kendi arzu ve yetenekleri ile bu dünyaya hizmet edecek "insan" olacakları, bizlerin de onları bu anlayışta yetiştirmemiz gerektiğidir.
İdeal ebeveyn olarak çocuklarımız henüz küçükken onların temel becerileri kazanmalarına yardım etmek ve bu esnada onların ilgi ve becerilerinin neler olduğunu fark etmek, yetenekleri yönünde gelişimlerini hızlandırmak ve kendi iç yolculuklarına daha erken yaşta çıkmalarına yardımcı olmaktır.
Somutlaştırırsak; çocuğunuzun yeteneği resim alanındaysa ona "illaki matematik ve fen" öğren diye baskı yapmayın. Tüm dersleri hayatta işe yarar ve mesleğine ulaşmak için temel bilgileri edinmesi gerektiği kadar öğrenmesi yeterlidir. Eğer hem resimden hoşlanıyor hem de bu alanda yeteneği varsa onu resim kursuna göndermeniz daha yararlı olucaktır. Bu çocuğun kesin ressam olması gerektiğini göstermez. Ancak temel resim bilgisine sahip olması ileri de grafiker, tasarımcı, iç mimar, reklam sektörü çalışanı ve şimdi sayamadığımız birçok alanda çalışması için temel oluşturmuş olur. Bu elbette ki hem meslekleri tanımasında, hem mesleklerden hangisine daha yatkın olduğunun muhasebesini kendisi yapmasına vesiledir.
İlgi ve becerileri doğrultusunda helal para kazanan yarının gençlerini yetiştirmek duası ve çabasıyla...
Enerjilerini hangi alanda harcadıkları, ne iş yaptıklarından daha da önemlisi sevdikleri alanlarda mı yoksa zorunda kaldıkları işlerde mi uğraş verdikleri asıl meseledir.
Ne yazık ki, ülkemizin eğitim sistemi oturmamış olmakla birlikte, öğrenciyi yönlendiren değil, sürükleyen bir toplum kültürümüz vardır.
Öğretmen, doktor, avukat olmak istemeyen birçok genç, seçimlerinin aile baskısından etkilendiğini itiraf etmiştir. Şimdi bu gençler mesleklerine ne kadar sarılabilmişler, iş hayatları dışında kendilerine ne kadar (mesleğe yönelik bilgilenme konusunda) eğitmişler tartışılır.
Ebeveynler ise "oğlum şurada şu işi yapıyor, kızım anne oldu hem de şu işle meşgul oluyor" gibi cümlelerle dostlarına(!) gösteriş yapıyorlar. Halbuki kimin hangi işi yaptığı ya da yaptığı işle övünüyor olması değil, yapmaya başladıkları ya da karar verdikleri mesleğe ne kadar sahip çıkabildikleri önemli bir mevzudur.
Şuan -özellikle gençlerin interneti henüz keşfetmemiş ve aile ile yönlendirilmiş oldukları zamanın gençleri- 25 yaş üstü gençler yaptıkları işi seviyorsa yaşıtlarına nazaran kendilerini şanslı sayıyorlar. Kimisi mesleğini sevmek için kendine bahaneler ararken, kimisi ise (benim gibi) meslek değiştirmek için yeniden eğitim alıyor.
İstedikleri için didinip uğraşan gençlere "beyhude çaba" diye ikazlar devam ederken, sevmedikleri işi yapan çocuklarının çığ gibi büyüyen mutsuzluklarını kulak ardı eden ebeveynler bizi şaşırtıyor. Şimdi geçmişten ders çıkarma zamanı... Gelecek yeni nesil ne iş yapacaklarını kendileri seçmeli. Bilgi kaynakları ülkemizde, gençler istedikleri meslek hakkında bilgi ve yoruma çok çabuk ulaşabilirler.
Onlar edindikleri bilgiyi değerlendirerek karar versinler ve kendi hayatlarını yaşasınlar. Ebeveynlere düşen mesleğin fark edilmemiş noktaları hakkında gençleri uyarmak olabilir. Elbette gençlere, "bu meslek hakkında ... durumu mevcut, sen bunu da göz ardı etme; ben yalnızca bilgi vermek amacıyla bunu sana söylüyorum elbette karar senindir." şeklinde cümle kurmak bağları koparmaktan ziyade kuvvetlendirir.
İdealde olmasını arzu ettiğimiz ebeveyn ise biraz daha farklıdır. Bu söylediklerimizden çok çok daha fazlasını yapar. İdeal ebeveyn çocuklarını çevresine karşı prestij olarak görmez. Sonuçta onlarda insandır ve her birey kendi prestijini kendisi kendisine elde eder. İdeal ebeveynin düşüncesi prestij değil, yetiştirmekle mükellef olduğu çocuğuna yeni bir birey olarak bakmaktır.
İslam düşüncesi de bize bunu aşılar. Çocuklara sahip olunmadığı onların yalnızca Allah'ın emaneti olduğu, onları kendi itibarımız ya da para kazanan bir makine değil de kendi arzu ve yetenekleri ile bu dünyaya hizmet edecek "insan" olacakları, bizlerin de onları bu anlayışta yetiştirmemiz gerektiğidir.
İdeal ebeveyn olarak çocuklarımız henüz küçükken onların temel becerileri kazanmalarına yardım etmek ve bu esnada onların ilgi ve becerilerinin neler olduğunu fark etmek, yetenekleri yönünde gelişimlerini hızlandırmak ve kendi iç yolculuklarına daha erken yaşta çıkmalarına yardımcı olmaktır.
Somutlaştırırsak; çocuğunuzun yeteneği resim alanındaysa ona "illaki matematik ve fen" öğren diye baskı yapmayın. Tüm dersleri hayatta işe yarar ve mesleğine ulaşmak için temel bilgileri edinmesi gerektiği kadar öğrenmesi yeterlidir. Eğer hem resimden hoşlanıyor hem de bu alanda yeteneği varsa onu resim kursuna göndermeniz daha yararlı olucaktır. Bu çocuğun kesin ressam olması gerektiğini göstermez. Ancak temel resim bilgisine sahip olması ileri de grafiker, tasarımcı, iç mimar, reklam sektörü çalışanı ve şimdi sayamadığımız birçok alanda çalışması için temel oluşturmuş olur. Bu elbette ki hem meslekleri tanımasında, hem mesleklerden hangisine daha yatkın olduğunun muhasebesini kendisi yapmasına vesiledir.
İlgi ve becerileri doğrultusunda helal para kazanan yarının gençlerini yetiştirmek duası ve çabasıyla...
28 Temmuz 2013 Pazar
Şeker Bayramı
Bir ramazan ayının sonuna yaklaşırken ‘çocuklarla bayram
nasıl geçmeli?’ ‘bayramı onlara nasıl yaşatmalıyız?’ sorularına cevap bulmalı;
bayramı çocuklarımızla belirlediğimiz doğrultuda yaşamaya özen göstermeliyiz.
Ramazan Bayramı bizim neşe içinde geçirebileceğimiz bir
bayram olmalıdır. Çocuklarımıza bayramı anlatmadan evvel bizim yaşamamız
şarttır. Bizlerin bayramları idrak
ederek yaşaması ancak mahiyetini anlamakla mümkündür. Ramazan ayının paylaşmak,
yoksulu anlamak, yardım etmek olduğunu bilmekle birlikte; Ramazan Bayramının da
yoksulla birlikte yiyip içmek olduğunu algılayabilmemiz gerekir.
Bu açıdan baktığımızda çocuklara bayramı arkadaşlarıyla
vakit geçirebilecekleri, birlikte paylaşabilecekleri, birbirlerine ikramda
bulunabilecekleri bir zaman olarak değerlendirmek; hem bayramları sevdirir, hem
çocukları sıkmaz, üstelik onların paylaşma duygularını güçlendirir.
Ramazan Bayramlarında temiz ve güzel giyinmek, çocuklarımız
giydirmek, imkanı olmayanlara yardım etmek, yardımları insanların onurunu
kırmadan yapmak ve bu konudaki hassasiyetimizi çocukların mümkünse gözü önünde
yapmaya çalışmak daha eftaldir. Onlar küçük yaşlarına rağmen her şeyin
farkındalar ve kendilerine en yakın kişileri de örnek alırlar. Her
davranışımızın bir kamera ile izlendiğini ve ( henüz temiz hafızaları
olduğundan, kaydettiklerini defalarca
tekrar edebilir.) geri alıp tekrar tekrar seyredildiğimizi düşünürsek aslında çocukların gözü önünde
dikkatli davranmanın ne kadar kıymetli olduğunu anlayabiliriz.
Bayramlar denildiğinde aklımıza ilk gelen etkinliklerden biri de akraba, dost ziyaretleridir. Bizlerin bu etkinliklere katılması, ziyaretlerde mümkünse çocuklarımızı da yanımızda götürmemiz küçüklerin sosyal gelişimlerine yardımcı olur. Gittiğiniz evlerle, orada yaşayanların ufuklarıyla çocukların dünyaları da gelişir. Buraya kadar hepimiz doğrusunu yapıyoruz diye düşünüyorum. Ancak kültürümüzde çocukları çocuklarla oynatmak hatta bu konuda zorlamaya çalışmak pek sık rastlanır bir durumdur. Ben çocukların akranlarıyla oynamasının hoş ama yetersiz olduğuna inanıyorum.
Biraz dikkat edersek evin genelde en büyüğü olan çocuklar daha olgundur. (istisnalar kaideyi bozmaz.) Çünkü kardeşleri olmadığında en çok anne babayla diyalogdadır. Büyüklerle iletişimin sıklığı onun dünyayı tanımasında hızlandırıcı bir faktördür.
Bu nedenle bayram gezilerinizde çocukları oyun alanlarına hapstmeyin, sizlerle vakit geçirmesine, büyüklerle sohbet etmeye alıştırın. Gerekirse onların seviyesine inin. Sıkılmalarını engelleyin. Hatta yaratıcı olup, ortama elverirse çocukların gelişimine uygun minik görevler verin. "Birlikte su doldurmaya gidelim", "Bana gemi çiz, sonra da boya" gibi... Hatta daha ileri yaşlardaki çocuklara origamiyi dahi öğretebilirsiniz.
Bu etkinleri sadece kendi çocuklarınıza değil, ziyarette bulunduğunuz ya da misafirinizin çocuklarına da uygulamayı unutmayın. Mutlu Bayramlar...
24 Haziran 2013 Pazartesi
ÇOCUKLARLA RAMAZAN
Ramazan ayına adım atacağımız şu günlerde ramazanı çocuklarımıza nasıl anlatmalıyız? Bu konuda dikkat edeceğimiz küçük noktalar, çocuklarımızın ramazanı yanlış anlamasının önüne geçecektir.
Ramazanı anlatabilmek için öncelikle bizlerin de doğru anlaması şarttır. Bizler ramazanı aç kalmak için değil, nefsi terbiye etmek ve açın halini anlamak çerçevesinde algıladıkça çocuklarımıza da bu ayın mahiyetini aktarabiliriz. Çocuklarımıza ramazanı anlatmak için aç insanların halini anlatmak onları anlamamız gerektiğini söylemek ve onları anlamak için oruç tuttuğumuzu açıklayabiliriz.
Oruç sadece aç kalmak demek değildir. Biz oruçlu iken kötü söz söylememeye kimseyi incitmemeye çalışmamız gerektiğini, orucun bizi iyi insan olmamız için eğittiğini anlatabiliriz. Bizler anlayışlı ve sakin davrandıkça çocuklarımız da terbiye eğitimini benimseyeceklerdir.
Ramazan ayının çocuklarda algısının farklı olması için ilgi çekici etkinliklere başvurulabilir. Bunlar hem bizlerin daha heyecanlı ramazan geçirmesi için hem de ramazan ayının çocukların zihninde daha güzel algılanabilmesi adına yararlıdır. Örneğin yardım kutusu hazırlamak, imkanı olmayanlara yardım etmek. Bu yardım etkinlikleri sırasında çocuğumuza da görevler vermek.
Çocuklarımızla birlikte iftar düzenlemek, kendi arkadaşlarımızı iftara çağırdığımız gibi çocuklarımızın arkadaşlarını da iftara çağırmak onlar için ramazanı daha da anlamlı kılabilir.
Çocuklar meraklı ve akıllıdır. Onların ramazan ile ilgili çeşitli sorularını geçiştirmeden dolaylamadan açık bir şekilde anlatabiliriz.
Çocukları camiye zorla götürmemek gibi götürdüğümüz zamanlarda onların cami kültürü edinmesi için zorlamak da yanlıştır. Çocukları camiden kovmak, sürekli cami ortamında kızmak onları soğutabilir.
Çocuklar isterlerse sizlere teravih veya oruç ibadetleriniz de eşlik edebilirler. Fakat onların dayanabilme güçlerini düşünerek onları kontrol edebilirsiniz. Teravih namazının tamamı yerine bir kısmına katılmaları, orucu birkaç saat tutmaları onları hem yormayacak hem de heyecanlandıracaktır.
Çocukların dini eğitiminde bu ayı bir fırsat olarak görüp, doğru değerlendirmemiz gerektiğini unutmayalım. Şimdiden hayırlı ramazanlar...
25 Mart 2013 Pazartesi
İKAZ & DENGE
Stres dolu hayatımızda üzerimize yüklenenler ağır geldiğinden olsa gerek bazen tahammül sınırımız düşebiliyor. Böyle zamanlarda çocuklarımızın bir davranışı bizi hayli sinirlendirebilir. Fakat yine de sükuneti elden bırakmadan, yargılamadan; davranışın sonucunun nereye vardığını, nelere sebep olduğunu anlatmak gerekebilir. Bu gibi durumlarda yapmamız gereken sözlerimizin ağır eleştiriden ziyade ikaz niteliğinde olmasıdır.
Çoğu ailede yapılan yanlış ise bu uyarı konuşmaları sırasında, gergin ev ortamında duygusal düşünmek ve verilen duygusal kararlardır. Gerginlik mantıklı düşünmeyi engeller. Beraberinde duygusallık ön plandadır. Mantıklı adımlar atılması oldukça zorlaşır.
İçinde bulunduğumuz zaman diliminde yorucu ve stresli işimiz, bizim uyarı konuşmalarımızı stres atmaya dönüştürebileceği gibi oldukça yerinde ikazlarımıza aile içinde herhangi birinin müdahalesi de tuz biber olabilmektedir.
Bunun önüne geçmek için ailede kask sisteminden ziyade demokrasi ortamı oluşturmak sorunların en derin kaynağına ulaşmak olarak adlandırılabilir. Demokratik ortamlarda babanın ikazı kadar anne ya da diğer yetişkinlerin uyarıları da dikkate alınmış olur.
Demokrasi ortamlarında herhangi bir yetişkinin uyarısı sırasında müdahale edilmez. Bu hem bireyin şikayetine saygıyı, hem de bireyin ev içinde belli bir gücünün varlığını gösterir. Düşünün ki bir evde anne çocuğunu her uyardığında baba müdahale ediyorsa, babanın işte olduğu zaman annenin milyonlarca uyarısını çocuk dikkate almaz. Çünkü çocuk otorite olarak babayı görmüştür. Anne artık saygı görmez ve etkisizdir. Devamında her durum babaya aktarılmak ve fren olarak sadece babayı kullanmak gerekmektedir. (Burada annenin ezilmişlik psikolojisinden hiç bahsetmiyorum bile...)
Tüm bunların dışında çocukları tamamıyla otoritenin ezdiği alt tabaka olarak görmemek, onların da kendilerini savunabilmelerine izin vermek gereklidir. Çocukların büyüdüklerinde demokratik ortamı nasıl koruyup sağlayacaklarını öğrenmeleri için onları da dinlemek gerekir.
Kendilerini nasıl savunacaklarını tecrübe ederken verilecek izinler ise ince bir çizgidir. Bu çizgiyi iyi muhafaza etmek şımarıklık ile özgüven sahibi olmak arasında dikkate değer zor bir uğraştır.
Tüm bu fonksiyonları aynı anda düşünürken aynı zamanda kontrollü olmak zordur ve ebeveyn olmak kolay değildir. Fakat şu da bir gerçektir ki, tüm güzellikler emek ile peyda olur.
Çoğu ailede yapılan yanlış ise bu uyarı konuşmaları sırasında, gergin ev ortamında duygusal düşünmek ve verilen duygusal kararlardır. Gerginlik mantıklı düşünmeyi engeller. Beraberinde duygusallık ön plandadır. Mantıklı adımlar atılması oldukça zorlaşır.
İçinde bulunduğumuz zaman diliminde yorucu ve stresli işimiz, bizim uyarı konuşmalarımızı stres atmaya dönüştürebileceği gibi oldukça yerinde ikazlarımıza aile içinde herhangi birinin müdahalesi de tuz biber olabilmektedir.
Bunun önüne geçmek için ailede kask sisteminden ziyade demokrasi ortamı oluşturmak sorunların en derin kaynağına ulaşmak olarak adlandırılabilir. Demokratik ortamlarda babanın ikazı kadar anne ya da diğer yetişkinlerin uyarıları da dikkate alınmış olur.
Demokrasi ortamlarında herhangi bir yetişkinin uyarısı sırasında müdahale edilmez. Bu hem bireyin şikayetine saygıyı, hem de bireyin ev içinde belli bir gücünün varlığını gösterir. Düşünün ki bir evde anne çocuğunu her uyardığında baba müdahale ediyorsa, babanın işte olduğu zaman annenin milyonlarca uyarısını çocuk dikkate almaz. Çünkü çocuk otorite olarak babayı görmüştür. Anne artık saygı görmez ve etkisizdir. Devamında her durum babaya aktarılmak ve fren olarak sadece babayı kullanmak gerekmektedir. (Burada annenin ezilmişlik psikolojisinden hiç bahsetmiyorum bile...)
Tüm bunların dışında çocukları tamamıyla otoritenin ezdiği alt tabaka olarak görmemek, onların da kendilerini savunabilmelerine izin vermek gereklidir. Çocukların büyüdüklerinde demokratik ortamı nasıl koruyup sağlayacaklarını öğrenmeleri için onları da dinlemek gerekir.
Kendilerini nasıl savunacaklarını tecrübe ederken verilecek izinler ise ince bir çizgidir. Bu çizgiyi iyi muhafaza etmek şımarıklık ile özgüven sahibi olmak arasında dikkate değer zor bir uğraştır.
Tüm bu fonksiyonları aynı anda düşünürken aynı zamanda kontrollü olmak zordur ve ebeveyn olmak kolay değildir. Fakat şu da bir gerçektir ki, tüm güzellikler emek ile peyda olur.
4 Şubat 2013 Pazartesi
Çocuklar Keşfetmeyi Severler
“Çocuklar çalışmayı
sevmezler” diye söyleniriz. Halbuki
hatalıyız. Çocuklar neşe doludurlar, enerjiklerdir. Tembel
değildirler.En önemlisi öğrenirken eğlenmek isterler.
Biz ise çocuklara
öğrenmeyi öğretmez; sürekli baskıyla, zorlamayla öğrenmelerini beklersek
elbette ki çalışmaktan zevk almazlar ve başarısız olurlar. Bu başarısızlık
sırayla cezayı, mutsuzluğu, araya duvarlar örmeyi getirir. Sonuç mu? Elbette
tatilleri bile eziyet halinde geçen mutsuz çocuklar...
Karneleri düşük
notlarla dolu olan çocuğunuz olabilir. Sürekli çalış demiş olabilirsiniz. Çoğu
zaman söylemler işe yaramaz. Peki nasıl çocuğuma çalışkan olmayı aşılayacağım?
Öncelikle
atalarımızın “Ağaç yaş iken eğilir.” Sözünü unutmamamız gerekir. Evlat
yetiştirmek kolay olmadığı gibi, ne kadar erken yaşta eğitime başlarsak o kadar
işimiz kolaylaşır. 14-15 yaşlarındaki çocuğa çalışkan olmayı oldukça zor
öğretebiliriz. Hatta çalışkan olmak bu yaştan sonra kalıcı olmayabilir.
Diğer bir faktör
güzel örnek olmaktır. Ebeveynlerinin çalışmayı sevdiğini gören çocuk da
çalışmayı sever. Bu nedenle çocuklarınızın yanında kitap okumaya, boş
durmamaya, hatta onları teşvik etmek için onların testlerindeki sorulara göz
gezdirmeyi unutmayın. Sizin meraklı
olmanız çocuklarda da merak uyandırır. Ayrıca
asla yapmadığınız davranışları ondan istemeyin.
Çocuklarla tatilde
birlikte test çözmenin de keyifli olabileceğini (Bunun aile içi yarışma gibi
taktikleri kullanabilirsiniz.), birlikte
kitap okuma saatiniz olabileceğini gösterin. Karnelerin simgesel oladuğunu
düşünün ve düşündürün. Çocuklarınıza karnelerin değil, öğrendiklerinin ömür
boyu kalıcı olacağını söyleyin ve buna siz de inanın. Gerçekten öğrendiklerinde
hem karnelerinin güzel hem de bilgilerinin fazla olacağını ifade edin. Bu
düşünceler çocukların üzerindeki baskıyı azaltır. Birlikte tiyatroya gidin ve
daha sonra bunun hakkında yorumlaşın. Onların kelime dağarcıklarının
ufuklarının gelişmesine yardımcı olun.
Yeni dönem için
birlikte kararlar alın. Hedefler belirleyin ve hedeflerin ödülleri, cezaları
olsun. Unutmayın ki cezalar her zaman aşağılayıcı incitici olmak zorunda
değildir. Mahrum bırakma da ceza olabilir.
Telafisi en zor
olan çocuklarınızın kalbine dokunabilmektir. Siz onlara adımlarınızı atın.
Onlar size koşmak için can atacaklardır. Akademik başarısızlık telafi
edilebilir de araya örülen duvarlar öyle kolay kaldırılamaz. Çocuğunuzun
psikolojik başarısının çok daha önem arz ettiğini unutmayın.
Neşe dolu
çocukların nice başarılara imza atması duası ile...
30 Ocak 2013 Çarşamba
Tatil Zamanı
Malum okullar ara tatilde... Karneler belki iyi, belki kötü... Hedefler, planlar, tatil istekleri, cezalar, ödüller sıralanmış... Unutulan bir şey var evimizde: İlgi.
Bu tatilin okul, ödev yoğunluğundan biraz olsun uzaklaşmış çocuğunuzla biraz daha fazla zaman geçirmek için bir fırsat olduğunu düşünebiliriz. "İlgi", "iletişim" diye çırpındığımız şu günlerde bunun ne anlama geldiğini idrak etmek de gerekir.
İlgilenmek demek, çocuğun ne isterse yapılacağı ona hep tatlı bir ses tonuyla konuşulması anlamına da gelmez. Elbette sınırı aştığında uyarmamız, doğru davranışların neler olduğunu açıklamamız lazım gelir. Bu noktada profesyonel bir yöntem izlemek şarttır. Alternatif olarak profesyonelleri taklit etmek...
Örneklerle somutlaştıracak olursak; beraber kitap okumayı, okumamız bittikten sonra birbirimize okuduklarımızı anlatmayı (böylece çocuk hem ebeveyninin bilgilerinden istifade edecek hem de okuduğunu yorumlama yeteneği gelişecektir.) deneyebiliriz. Beraber resim yapmak, beraber yemek yapmak, ev işlerinde yardım etmesini istemek, birlikte yürüyüşe çıkmak da ilgilenmenin başka versiyonlarıdır. İlgi oyuncak almak, istediğini anında vermek değildir. Tam tersine çocuğa anında isteklerini vererek hayatı ciddiye almasının önüne set çekersiniz. Hayat zordur ve bunu o yaştaki çocuğa "emeksiz yemek olmaz" cümlesini istediği şeyi hak edince alarak gösterebilirsiniz. Mesela 'bugün 5 test çözersen istediğin parka gidebiliriz.' gibi.
Birkaç satır yukarıda ev işlerinde yardım isteyebilirsiniz demiştim. Bu konuya değinirsek... Birçok çocuk sizin burun kıvırarak yaptığınız işleri yapmak istemeyecektir. Siz gözlerinizi heyecanla açıp "Hadi birlikte şu odayı toplayalım bakalım 1 saat içinde toplayabilecek miyiz? kendimizle yarışsak nasıl olur?" derseniz çocuk bunun da bir oyun olduğunu düşünüp size eşlik edebilir. Ancak daha önceden sizin ev işi dendiğinde suratınızı asmanız çocuğun bunu sizin yapmanızı beklemesi şeklinde bir algıya sahip olmasına neden olur.
Elbette her çocuk özeldir, farklıdır. İlgi alanları, iletişim gücü; yaşı, kişisel özelliği ve diğer değişkenlerle değişebilir. Size düşen kendinizi keşfettiğiniz gibi çocuğunuzu da keşfetmek ve ona bunu göz önünde bulundurarak bir ortam sunmaktır.
Bu tatilin okul, ödev yoğunluğundan biraz olsun uzaklaşmış çocuğunuzla biraz daha fazla zaman geçirmek için bir fırsat olduğunu düşünebiliriz. "İlgi", "iletişim" diye çırpındığımız şu günlerde bunun ne anlama geldiğini idrak etmek de gerekir.
İlgilenmek demek, çocuğun ne isterse yapılacağı ona hep tatlı bir ses tonuyla konuşulması anlamına da gelmez. Elbette sınırı aştığında uyarmamız, doğru davranışların neler olduğunu açıklamamız lazım gelir. Bu noktada profesyonel bir yöntem izlemek şarttır. Alternatif olarak profesyonelleri taklit etmek...
Örneklerle somutlaştıracak olursak; beraber kitap okumayı, okumamız bittikten sonra birbirimize okuduklarımızı anlatmayı (böylece çocuk hem ebeveyninin bilgilerinden istifade edecek hem de okuduğunu yorumlama yeteneği gelişecektir.) deneyebiliriz. Beraber resim yapmak, beraber yemek yapmak, ev işlerinde yardım etmesini istemek, birlikte yürüyüşe çıkmak da ilgilenmenin başka versiyonlarıdır. İlgi oyuncak almak, istediğini anında vermek değildir. Tam tersine çocuğa anında isteklerini vererek hayatı ciddiye almasının önüne set çekersiniz. Hayat zordur ve bunu o yaştaki çocuğa "emeksiz yemek olmaz" cümlesini istediği şeyi hak edince alarak gösterebilirsiniz. Mesela 'bugün 5 test çözersen istediğin parka gidebiliriz.' gibi.
Birkaç satır yukarıda ev işlerinde yardım isteyebilirsiniz demiştim. Bu konuya değinirsek... Birçok çocuk sizin burun kıvırarak yaptığınız işleri yapmak istemeyecektir. Siz gözlerinizi heyecanla açıp "Hadi birlikte şu odayı toplayalım bakalım 1 saat içinde toplayabilecek miyiz? kendimizle yarışsak nasıl olur?" derseniz çocuk bunun da bir oyun olduğunu düşünüp size eşlik edebilir. Ancak daha önceden sizin ev işi dendiğinde suratınızı asmanız çocuğun bunu sizin yapmanızı beklemesi şeklinde bir algıya sahip olmasına neden olur.
Elbette her çocuk özeldir, farklıdır. İlgi alanları, iletişim gücü; yaşı, kişisel özelliği ve diğer değişkenlerle değişebilir. Size düşen kendinizi keşfettiğiniz gibi çocuğunuzu da keşfetmek ve ona bunu göz önünde bulundurarak bir ortam sunmaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)