Hırs, üstünlük, kibir gibi duyguların her geçen gün patolojik bir salgın gibi yayıldığı ortamlarda eğitimcilerin de bu hislerden nasibini alması hastalığın artışını hızlandırmaktadır.
Eğitimci olarak çalışmamın sonrasındaki yıllarda öğrenci olmuş olmam, eğitimci- öğrenci ilişkisini daha geniş perspektiften görebilme vizyonu kazandırmıştır. Bu bakış açısıyla gözlemlediğim, öğreticinin en zayıf noktası mesleki bilgisinin yetersizliği ve bu yetersizliğinin giderilmesi için kişisel çaba sarf etmemesidir.
İlk öğretim kademelerinde sınıf hakimiyeti sağlayamayan öğretmen, sınıfın hakimiyetini sağlamak için çeşitli kurallar, yasaklarla, hatta ne yazık ki halen var olan sözlü ya da fiziksel şiddete başvurmaktadır. Halbuki mesleki bilgisi olan ve çalışmaktan korkmayan eğitimciler hem ders anlatmayla / uygulamalarla öğrencilerin dikkatini çekerler hem de öğrenci dikkatini toparlayarak sınıf hakimiyetini doğal olarak sağlamış olurlar.
Eğitimin diğer kademelerinde de benzer durum söz konusudur. Meslek kazandırma noktasında ülkemiz eğitim sistemi göz önüne alındığında kilit nokta olan üniversite eğitiminde de eğitimci yetersizliği doğru sonuçlar vermiyor. Mesleğini severek seçtiği halde çalışmaktan soğuyan gençlerin asıl sorunu eğitimcilerle olan ilişkilerin niteliksizliğidir demiş olsak yanlış söylemiş olmayız. Nitekim bilgilenme aşamasındaki gençlere, bu ülkeye /dünyaya daha iyi hizmet etme amacıyla daha verimli yönlendirmelerde bulunmak her öğretim görevlisinin /elemanının boynunun borcudur.
Meseleye daha da geniş açıdan bakarsak bir üniversite hocası; hal hareketiyle, konuşması ve hitabıyla ileride o mesleği icra edecek olan gençlere örnek olması gerekir. "Aman işimi yaptım çıktım yük benden çıksın" bakışıyla düşünen hocalar, mesleğinde icraatı önemsemeyen üretmeye meyilli olmayan gençler yetiştirir. Zaten aksi düşünceye sahip öğrenci/ meslektaş ile karşılaştığında da agreşifleşir.
Tüm bu bilgiler ışığında bu konularda yeterli olmayan eğitimcilerin öz güvensizliği ve bunu kamufle etmek amacıyla gereksiz üstünlük kurma çabaları, haksız kibirleri peyda olmaktadır.
Hepimizin amacı sevdikleri işlerde çalışan öz güvenli, bilgili ve bilgisini insanlığın, ailesinin ve kendinin yararı için kullanan bireyler yetiştirmek olmalıdır. Ebeveynler, öğretmenler, farklı alanlarda eğitimciler olarak amacımızın günü kurtarma, egomuza yenilme, üstünlük, gösteriş çabaları olmamalıdır. Birbirimizi dinleyip anladığımız, birlikte daha güzel yarınlar için insan gibi çalıştığımız ömürlerimiz olsun.
Sayfalar
9 Aralık 2016 Cuma
8 Ağustos 2016 Pazartesi
İyi Okul
Çocuk eğitimi denildiğinde psikolojiyi, davranışları düşünür; çocuğun hayatındaki en önemli imgelemlerden okulun nasıl olacağını unuturuz. Halbuki kişilerin zihinlerinin şekillendiği yaşlar olan çocuklukta en çok bulundukları yerler olan evler ve okullardır. Okulların tasarımı, işleyişi, nitelikleri çocukların gelişiminde etkin rol oynamaktadır.
Bilindiği gibi renklerin dahi insan psikolojisinde ne kadar etkili olduğu ve algı psikolojisiyle etkin olarak kullanılan bir bilgi olduğu aşikardır. Şu an birçok firma mekan tasarımından logosuna kadar renkleri kullanırken dünyada akıl hastaneleri, bazı özel nitelikli okulların tasarımında da renklere dikkat edildiğini söylemek mümkün. Halbuki şu an ülkemizdeki birçok okul boya masraflarından kaçındığı için okulun kirli gözükmemesi için koyu renklerle okulu boyama telaşı içinde. Ne yazık ki bu noktadan başlayarak, -keşke daha iyi bir noktada olabilseydik- okulların işlevselliğini arttıracak yeniliklere gidilmesi imkansız değildir.
Başarıyı hedefleyen okul nasıl olmalıdır sorusuna cevap verebildikçe aslında bu konuda neler yapabileceğimizi tespit edebiliriz. Başarıya odaklı okul bünyesindeki her donanımıyla eğitime hizmet eder. Öğrencilerin merakını güçlendirir. Duvarları öğrenciler için yeni sorulara yelken açacak, ilgi çekici posterlerle ve öğrencilerin soru işaretlerini cevaplayan bilgilerle doludur. Başarıya kitlenmiş okul, güncel panolarıyla öğrenciye hizmet eder.
Öğrencilerin öğrenmeyi sevdikleri okul, bir topluluğun buluşma noktasıdır ve o topluluğun birlikte yeni işler yapabilmesi için çekirdek yerdir. Bu bağlamda çocukların çeşitli etkinliklere dahil olabilecekleri bir yer olmalıdır. Okul bu şekilde gizil öğrenme işlevini gerçekleştirir. Okullarımızda var olan kulüp etkinliklerinin hem ögrenmeye hizmet etmesi, hem öğrencilerde okul algısının pozitife evrilmesi için aktifleştirmek, okulların başarıya odaklanmışlığını arttıracaktır. Multidisipliner eğitimle bunu gerçekleştirmek mümkündür.
Başarıya odaklanmış okul, idarecilerin ve eğitimcilerin iyi bir iletişimle birlikte çalıştıkları, koordine olabildikleri, farklı zümre öğretmeni bile olsalar ortaklaşa projeler geliştirdikleri kurum olmalıdır. Bu işleyiş öğrencilerde pozitif duyguların yoğunlaşmasını, okul ve eğitime daha hızlı adapte olabilmelerini sağlar.
Bilindiği gibi renklerin dahi insan psikolojisinde ne kadar etkili olduğu ve algı psikolojisiyle etkin olarak kullanılan bir bilgi olduğu aşikardır. Şu an birçok firma mekan tasarımından logosuna kadar renkleri kullanırken dünyada akıl hastaneleri, bazı özel nitelikli okulların tasarımında da renklere dikkat edildiğini söylemek mümkün. Halbuki şu an ülkemizdeki birçok okul boya masraflarından kaçındığı için okulun kirli gözükmemesi için koyu renklerle okulu boyama telaşı içinde. Ne yazık ki bu noktadan başlayarak, -keşke daha iyi bir noktada olabilseydik- okulların işlevselliğini arttıracak yeniliklere gidilmesi imkansız değildir.
Başarıyı hedefleyen okul nasıl olmalıdır sorusuna cevap verebildikçe aslında bu konuda neler yapabileceğimizi tespit edebiliriz. Başarıya odaklı okul bünyesindeki her donanımıyla eğitime hizmet eder. Öğrencilerin merakını güçlendirir. Duvarları öğrenciler için yeni sorulara yelken açacak, ilgi çekici posterlerle ve öğrencilerin soru işaretlerini cevaplayan bilgilerle doludur. Başarıya kitlenmiş okul, güncel panolarıyla öğrenciye hizmet eder.
Öğrencilerin öğrenmeyi sevdikleri okul, bir topluluğun buluşma noktasıdır ve o topluluğun birlikte yeni işler yapabilmesi için çekirdek yerdir. Bu bağlamda çocukların çeşitli etkinliklere dahil olabilecekleri bir yer olmalıdır. Okul bu şekilde gizil öğrenme işlevini gerçekleştirir. Okullarımızda var olan kulüp etkinliklerinin hem ögrenmeye hizmet etmesi, hem öğrencilerde okul algısının pozitife evrilmesi için aktifleştirmek, okulların başarıya odaklanmışlığını arttıracaktır. Multidisipliner eğitimle bunu gerçekleştirmek mümkündür.
Başarıya odaklanmış okul, idarecilerin ve eğitimcilerin iyi bir iletişimle birlikte çalıştıkları, koordine olabildikleri, farklı zümre öğretmeni bile olsalar ortaklaşa projeler geliştirdikleri kurum olmalıdır. Bu işleyiş öğrencilerde pozitif duyguların yoğunlaşmasını, okul ve eğitime daha hızlı adapte olabilmelerini sağlar.
25 Temmuz 2016 Pazartesi
Türkiye'de zorlu maratonun son kuru: TERCİH ZAMANI
ÖSYM puanlarının belirlendiği tercih zamanına az kalan şu günlerde gençler ve aileler hangi bölüm, hangi üniversite sorularına cevap aramaktadır. Sonuçta bir kişinin hayatındaki kilit noktalardan biri olan meslek seçimi kritik öneme sahiptir. Bu nedenle bu süreci temiz zihinle objektif düşünerek iyi analiz ederek değerlendirmek şarttır.
Tercih listesi hazırlamak sınava hazırlanmak kadar yorucu olmakla birlikte, nereden başlayacağını bilemeyen henüz kesin bir üniversite ve bölüme karar kılmamışlar için yol haritası olacak önerilerim olacaktır. Bunlardan ilki öğrencinin kendisini tanımasıyla başlıyor. - Nitekim meslek seçmek, tercih sürecindeki en önemli nokta.- Bir öğrenci öncelikle ilgi ve yeteneğinin yatkın olduğu alanları bilmeli ve bu alanlardaki meslekleri gerekirse liste yaparak tespit etmelidir. Bu meslekleri icra edebilmek için hangi bölümlerin okunması gerektiği, çalışma şartları, mesleğe atıldığında ilk yıllarda ve tecrübe kazandıktan sonra ne gibi durumlarla karşılaşabileceği hakkında fikir almak, bilgi toplamak gereklidir. Örneğin öğretmenlikte özel sektörün artı ve eksileri, tecrübeli öğretmenlerin özel sektörde şartları ya da harita mühendisliği ile jeoloji mühendisliği arasındaki farklar, çalışma şartları neler bunların tespit edilmesi, araştırılması gerekiyor. Bu aşamada aynı zamanda öğrenci; çalışma şartları, iş yükü gibi faktörlerden hangilerinin kendi yapılarına uygun olduğunu ve nasıl bir iş hayatı beklediğini analiz etmelidir.
Aynı zamanda öğrenci; listeleyip analiz ettiği bu bölümlerin - üniversitelerin internet sayfaları yardımıyla - hangi dersleri içerdiğini araştırabilir, bu derslerin muhtevasını öğrenebilir ve bu şekilde o bölümün kendi yeteneklerine uygun olup olmadığını tespit edebilir. Bölümlerin isimlerinden ziyade müfredatlarını öğrenmek o bölümü okumakla hangi konularda uzmanlaşılabileceği hususunda fikir verir.
Bu aşamaların iyi kötü şekillenmesiyle birlikte bu bölümlerin hangi üniversitelerde var olduğu araştırılır. Çoğu kişinin atladığı kısım bu noktadadır. Seçilen bölümlerin hangi üniversitelerde yer aldığı tespit edilip bu üniversitelerin çeşitli sosyal fiziksel imkanları tartılır. Bölümün üniversitenin hangi kampüsünde yer aldığı, kampüsün olanakları, çevre şartları araştırılarak sürprizlerle karşılaşmamak adına doğru bir adımdır. Örneğin x üniversitesinin y bölümü ana kampüste değil bir ilçede yer alıyorsa, bunu bilmek o ilçenin niteliklerini yaşam şartlarını, öğrencinin kendini geliştirmesi için uygun olup olmadığını analiz etmek için yararlı bir bilgidir.
Bölümlerin ve üniversitelerin araştırılmasında tercih kılavuzundaki açıklamalar kısmını incelemek o bölüm o üniversite hakkında bilgi verir. Bölümün derslerinin hangi dilde hangi oranda verileceği hakkında; bazı bölümlerde bir / birkaç yıl yurt dışında okuma imkanları mevcut ve bu gibi durumların şartları nedir, maliyeti nedir gibi durumları incelemek adına açıklamalar/özel durumlar kısmı incelenmelidir.
Bunlarla birlikte bölümleri puanlara ve başarı sıralamalarına göre listelemek gerekmektedir. Öğrenci puanından yüksekte birkaç bölüm yazarak olası puanların düşmesi durumunda kazanma ihtimalini yükseltir. Elbette bu yüksek olan bölümün puanı gerçekçi bir yükseklikte olmalıdır. Diğer bölümlerin listelenmesinde dar bir aralıkta birden çok bölüm olmamasına dikkat edilmelidir. Örneğin 50 bindeki bir öğrenci 49 bin ile 51 bin aralığında bölümlerden oluşan bir liste hazırlaması gerçekçi olmaz. Yerleşme ihtimali çok düşüktür. Yüksek bir bölüm olarak 40 binlerdeki bir bölümü yazmak; 50 bin ile 60 bin aralığında daha fazla sayıda bölüm yazmak; 60 binden daha gerilerde, olası puan yükselmelerine tedbir olarak, 70 bin - 80 bin hatta 100 binlere doğru düşük birkaç bölüm - kapatılan üniversite sayısına bakarak böyle bir ihtimal mevcuttur.- yazmak uygundur. Bunları tercih ederken bölümün/ üniversitenin buna değip değmeyeceğinin (düşük puanlı bu bölümü okumam mı yoksa seneye tekrar denemem mi daha uygun, kazanmam durumunda okumam buna değer mi?) değerlendirilmesi yapılmalıdır.
En önemli noktayı en sona bıraktım. Sadece üniversite okumak için üniversiteye başvurmak doğru değildir. Nihayetinde okumanın bir amacı olmalıdır. Öğrencilere sevmedikleri bölümleri yazmaları konusunda baskı uygulamayın; şartları, mezun olduklarında nelerle karşılaşacaklarını izah edin. Gerekirse velileri olarak birlikte uzmanlardan yardım alın, meslekleri icra edenlerin fikirlerini alın. Kararı yine gence bırakın. Hem okurken hem meslek hayatlarında mutlu olacakları seçimleri yapmalarında onlara destek olun. Çünkü gerçekten mutlu olan çalışırken severek o işi icra eder. Severek çalışan yılmaz, bıkmaz, nihayetinde emeklerinin karşılığını alır ve başarılı olur. Başarılı olan ise her zaman kazanır. Kazanan daha çok mutlu olur ve daha azimle çalışır. Gençlerin bu döngüye dahil olmalarında basamak olun, meşale olun.
Eğitimi daha iyi insan olmakla entegre ederek dünyaya güzellikler katacak; bilgisiyle insanlığa ışık olacak; tecrübeleriyle iyi insanlar yetiştirecek; aldığı eğitimi hırs ve kinle değil, müreffeh toplum ve barış içinde dünya için kullanacak bireylerin tercih dönemini de alınlarının akıyla tamamlamasını ve hayırlı bölümleri kazanmalarını temenni ediyorum.
Tercih listesi hazırlamak sınava hazırlanmak kadar yorucu olmakla birlikte, nereden başlayacağını bilemeyen henüz kesin bir üniversite ve bölüme karar kılmamışlar için yol haritası olacak önerilerim olacaktır. Bunlardan ilki öğrencinin kendisini tanımasıyla başlıyor. - Nitekim meslek seçmek, tercih sürecindeki en önemli nokta.- Bir öğrenci öncelikle ilgi ve yeteneğinin yatkın olduğu alanları bilmeli ve bu alanlardaki meslekleri gerekirse liste yaparak tespit etmelidir. Bu meslekleri icra edebilmek için hangi bölümlerin okunması gerektiği, çalışma şartları, mesleğe atıldığında ilk yıllarda ve tecrübe kazandıktan sonra ne gibi durumlarla karşılaşabileceği hakkında fikir almak, bilgi toplamak gereklidir. Örneğin öğretmenlikte özel sektörün artı ve eksileri, tecrübeli öğretmenlerin özel sektörde şartları ya da harita mühendisliği ile jeoloji mühendisliği arasındaki farklar, çalışma şartları neler bunların tespit edilmesi, araştırılması gerekiyor. Bu aşamada aynı zamanda öğrenci; çalışma şartları, iş yükü gibi faktörlerden hangilerinin kendi yapılarına uygun olduğunu ve nasıl bir iş hayatı beklediğini analiz etmelidir.
Aynı zamanda öğrenci; listeleyip analiz ettiği bu bölümlerin - üniversitelerin internet sayfaları yardımıyla - hangi dersleri içerdiğini araştırabilir, bu derslerin muhtevasını öğrenebilir ve bu şekilde o bölümün kendi yeteneklerine uygun olup olmadığını tespit edebilir. Bölümlerin isimlerinden ziyade müfredatlarını öğrenmek o bölümü okumakla hangi konularda uzmanlaşılabileceği hususunda fikir verir.
Bu aşamaların iyi kötü şekillenmesiyle birlikte bu bölümlerin hangi üniversitelerde var olduğu araştırılır. Çoğu kişinin atladığı kısım bu noktadadır. Seçilen bölümlerin hangi üniversitelerde yer aldığı tespit edilip bu üniversitelerin çeşitli sosyal fiziksel imkanları tartılır. Bölümün üniversitenin hangi kampüsünde yer aldığı, kampüsün olanakları, çevre şartları araştırılarak sürprizlerle karşılaşmamak adına doğru bir adımdır. Örneğin x üniversitesinin y bölümü ana kampüste değil bir ilçede yer alıyorsa, bunu bilmek o ilçenin niteliklerini yaşam şartlarını, öğrencinin kendini geliştirmesi için uygun olup olmadığını analiz etmek için yararlı bir bilgidir.
Bölümlerin ve üniversitelerin araştırılmasında tercih kılavuzundaki açıklamalar kısmını incelemek o bölüm o üniversite hakkında bilgi verir. Bölümün derslerinin hangi dilde hangi oranda verileceği hakkında; bazı bölümlerde bir / birkaç yıl yurt dışında okuma imkanları mevcut ve bu gibi durumların şartları nedir, maliyeti nedir gibi durumları incelemek adına açıklamalar/özel durumlar kısmı incelenmelidir.
Bunlarla birlikte bölümleri puanlara ve başarı sıralamalarına göre listelemek gerekmektedir. Öğrenci puanından yüksekte birkaç bölüm yazarak olası puanların düşmesi durumunda kazanma ihtimalini yükseltir. Elbette bu yüksek olan bölümün puanı gerçekçi bir yükseklikte olmalıdır. Diğer bölümlerin listelenmesinde dar bir aralıkta birden çok bölüm olmamasına dikkat edilmelidir. Örneğin 50 bindeki bir öğrenci 49 bin ile 51 bin aralığında bölümlerden oluşan bir liste hazırlaması gerçekçi olmaz. Yerleşme ihtimali çok düşüktür. Yüksek bir bölüm olarak 40 binlerdeki bir bölümü yazmak; 50 bin ile 60 bin aralığında daha fazla sayıda bölüm yazmak; 60 binden daha gerilerde, olası puan yükselmelerine tedbir olarak, 70 bin - 80 bin hatta 100 binlere doğru düşük birkaç bölüm - kapatılan üniversite sayısına bakarak böyle bir ihtimal mevcuttur.- yazmak uygundur. Bunları tercih ederken bölümün/ üniversitenin buna değip değmeyeceğinin (düşük puanlı bu bölümü okumam mı yoksa seneye tekrar denemem mi daha uygun, kazanmam durumunda okumam buna değer mi?) değerlendirilmesi yapılmalıdır.
En önemli noktayı en sona bıraktım. Sadece üniversite okumak için üniversiteye başvurmak doğru değildir. Nihayetinde okumanın bir amacı olmalıdır. Öğrencilere sevmedikleri bölümleri yazmaları konusunda baskı uygulamayın; şartları, mezun olduklarında nelerle karşılaşacaklarını izah edin. Gerekirse velileri olarak birlikte uzmanlardan yardım alın, meslekleri icra edenlerin fikirlerini alın. Kararı yine gence bırakın. Hem okurken hem meslek hayatlarında mutlu olacakları seçimleri yapmalarında onlara destek olun. Çünkü gerçekten mutlu olan çalışırken severek o işi icra eder. Severek çalışan yılmaz, bıkmaz, nihayetinde emeklerinin karşılığını alır ve başarılı olur. Başarılı olan ise her zaman kazanır. Kazanan daha çok mutlu olur ve daha azimle çalışır. Gençlerin bu döngüye dahil olmalarında basamak olun, meşale olun.
Eğitimi daha iyi insan olmakla entegre ederek dünyaya güzellikler katacak; bilgisiyle insanlığa ışık olacak; tecrübeleriyle iyi insanlar yetiştirecek; aldığı eğitimi hırs ve kinle değil, müreffeh toplum ve barış içinde dünya için kullanacak bireylerin tercih dönemini de alınlarının akıyla tamamlamasını ve hayırlı bölümleri kazanmalarını temenni ediyorum.
11 Temmuz 2016 Pazartesi
Duygusal okuryazarlık
Duygusal okuryazarlık yaklaşık 35 yıl önce ortaya konulan bir kavram olmasına rağmen halen nasıl yönetileceği nasıl öğretileceği hususunda yeterli bilince sahip olamamamız dikkat çekmesi gereken bir handikaptır.
Duygusal okuryazarlığı kuvvetli bireyler yetiştirmek için, çocuklara soyut eğitime geçmeye başladıklarında empati çalışmaları yaptırmak, iyi bir yöntem olabilir. Bunun için bilimsel öğretileri verirken detaylı düşünme egzersizleri önerilebilir. Örneğin tarih dersinde bir komutanın bakış açısının ne olduğu analoji yöntemleriyle ya da doğrudan düşündürülerek empati yapması sağlanabilir. Ebeveynler için bunun çeşitli yöntemleri vardır. Aile fertlerinden birinin hissettiğinin ne olduğu anlatılmasından, davranışlarının sonuçlarının neler olacağının izahına kadar geniş bir yelpazede uygulama alanı bulmak mümkündür.
Geç çocukluk yaşlarından itibaren ergenlik süresince önerilen günlük yazma etkinliği empati ediminin kazanılmasında etkili başka bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Günlük tutma; empati kazanma, farklı duyguların empatik algılanması, iletişimde duyguların etkililiği, ilişkilerde duyguları okuyabilme gibi analitik hususlarda beceri kazanmayı sağlar. Günlük tutma etkinliği empati kazanmada etkili bir yöntem olmasıyla birlikte aynı zamanda kendi duygularının farkında olma kendi duygularını analiz etme kavramlarını da karşılayabilecek bir etkinliktir. Böylece bireyler kendilerini tanıma, hangi etkilere hangi duygusal tepkilerde bulunacakları, bu duygusal hislerin yorumlanması ve çevre tarafından okunabiliyor olması gibi becerilerde daha yüksek başarı gösterirler.
Kendi duygularını fark edebilen kişiler, kişilerin duygularını da anlayabilmede daha verimli sonuç elde ederler ve aslında bu sayede empati yapabilmek için öncelikli adımı da kazanmış olurlar. Aynı zamanda kendi duygularını tanıyabilen kişiler, kendilerini okuyabilmeyi de başarır, ne istediklerini bilir ve buna göre adım atarlar. Bu, toplum içinde bireyin kendi edimlerinin ölçüsünü, temeldeki nedenlerini anlayabilme izanı sağlamakla birlikte; toplumun bu bilgiye sahip olmasıyla birlikte her bir bireyin daha kolay mutlu olabileceği aşikardır.
Duygusal okuryazarlığı başarılı kimseler bu bilgiler ışığında duygularının sorumluluğunu alabilen, duygularını düşüncelerinden ayıran ve mantık-his dengesini kurabilen kişilerdir. Duygusal okuryazar kimseler, beyinlerinden geçen iletilerin duygularına mı düşüncelerine mi ait olduğunu ayırt edebilecek yetiye sahip olurlar. Düşünebilmekle hissedebilmek arasındaki farkı algılayabilirler. Bu çerçevede ideaları ile hislerinin ayırt edip kendilerini yönlendirebilecek olgunluğa muktedirlerdir. Aslında beyin kalp dengesini kuramamak buradan başlar. Kişi neye inanırsa, hangi ideaları beyninde oturttu ise hayattaki her şeye bu bağlamda bakar. Eğer düşüncelerinin altında yatan nedenler ayakları yere sağlam basarsa hislerde buna paralellik gösterebilir. Duygusal okuryazar kişiler bu paralelliğin olmadığı noktalara eğilir ve bu noktaları çözümler. Kişinin düşüncede tam erginliğe ulaşması da bu noktada hasıl olur.
Günümüzde hepimiz gerçek sevgi, saygı, dürüstlük vb. erdemlerin yokluğu ve azlığından şikayet ederken birbirimizle nasıl daha kuvvetli yakınlık ilişkileri kuracağımızı bilemez haldeyiz. Duygusal okuryazarlık konusunda daha yetkin kişiler ilişkileri okumak hususunda daha becerikli olup daha verimli yakınlıklar kurmayı becerebilirler. Etkili iletişim, hataların telafi edilebileceği bir empatik duyarlılık, akıl- his dengesinin kurulabilmesi, duyguların sorumluluğu alabilmek gibi becerilere sahip olabilmek için duygusal okuryazarlığı kuvvetli bireyler yetiştirmenin yoluna bakmamız bireysel olarak her birimizin, toplumsal olarak birlikteliğimizin faydasına olacağı açıktır.
Duygusal okuryazarlığı kuvvetli bireyler yetiştirmek için, çocuklara soyut eğitime geçmeye başladıklarında empati çalışmaları yaptırmak, iyi bir yöntem olabilir. Bunun için bilimsel öğretileri verirken detaylı düşünme egzersizleri önerilebilir. Örneğin tarih dersinde bir komutanın bakış açısının ne olduğu analoji yöntemleriyle ya da doğrudan düşündürülerek empati yapması sağlanabilir. Ebeveynler için bunun çeşitli yöntemleri vardır. Aile fertlerinden birinin hissettiğinin ne olduğu anlatılmasından, davranışlarının sonuçlarının neler olacağının izahına kadar geniş bir yelpazede uygulama alanı bulmak mümkündür.
Geç çocukluk yaşlarından itibaren ergenlik süresince önerilen günlük yazma etkinliği empati ediminin kazanılmasında etkili başka bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Günlük tutma; empati kazanma, farklı duyguların empatik algılanması, iletişimde duyguların etkililiği, ilişkilerde duyguları okuyabilme gibi analitik hususlarda beceri kazanmayı sağlar. Günlük tutma etkinliği empati kazanmada etkili bir yöntem olmasıyla birlikte aynı zamanda kendi duygularının farkında olma kendi duygularını analiz etme kavramlarını da karşılayabilecek bir etkinliktir. Böylece bireyler kendilerini tanıma, hangi etkilere hangi duygusal tepkilerde bulunacakları, bu duygusal hislerin yorumlanması ve çevre tarafından okunabiliyor olması gibi becerilerde daha yüksek başarı gösterirler.
Kendi duygularını fark edebilen kişiler, kişilerin duygularını da anlayabilmede daha verimli sonuç elde ederler ve aslında bu sayede empati yapabilmek için öncelikli adımı da kazanmış olurlar. Aynı zamanda kendi duygularını tanıyabilen kişiler, kendilerini okuyabilmeyi de başarır, ne istediklerini bilir ve buna göre adım atarlar. Bu, toplum içinde bireyin kendi edimlerinin ölçüsünü, temeldeki nedenlerini anlayabilme izanı sağlamakla birlikte; toplumun bu bilgiye sahip olmasıyla birlikte her bir bireyin daha kolay mutlu olabileceği aşikardır.
Duygusal okuryazarlığı başarılı kimseler bu bilgiler ışığında duygularının sorumluluğunu alabilen, duygularını düşüncelerinden ayıran ve mantık-his dengesini kurabilen kişilerdir. Duygusal okuryazar kimseler, beyinlerinden geçen iletilerin duygularına mı düşüncelerine mi ait olduğunu ayırt edebilecek yetiye sahip olurlar. Düşünebilmekle hissedebilmek arasındaki farkı algılayabilirler. Bu çerçevede ideaları ile hislerinin ayırt edip kendilerini yönlendirebilecek olgunluğa muktedirlerdir. Aslında beyin kalp dengesini kuramamak buradan başlar. Kişi neye inanırsa, hangi ideaları beyninde oturttu ise hayattaki her şeye bu bağlamda bakar. Eğer düşüncelerinin altında yatan nedenler ayakları yere sağlam basarsa hislerde buna paralellik gösterebilir. Duygusal okuryazar kişiler bu paralelliğin olmadığı noktalara eğilir ve bu noktaları çözümler. Kişinin düşüncede tam erginliğe ulaşması da bu noktada hasıl olur.
Günümüzde hepimiz gerçek sevgi, saygı, dürüstlük vb. erdemlerin yokluğu ve azlığından şikayet ederken birbirimizle nasıl daha kuvvetli yakınlık ilişkileri kuracağımızı bilemez haldeyiz. Duygusal okuryazarlık konusunda daha yetkin kişiler ilişkileri okumak hususunda daha becerikli olup daha verimli yakınlıklar kurmayı becerebilirler. Etkili iletişim, hataların telafi edilebileceği bir empatik duyarlılık, akıl- his dengesinin kurulabilmesi, duyguların sorumluluğu alabilmek gibi becerilere sahip olabilmek için duygusal okuryazarlığı kuvvetli bireyler yetiştirmenin yoluna bakmamız bireysel olarak her birimizin, toplumsal olarak birlikteliğimizin faydasına olacağı açıktır.
26 Haziran 2016 Pazar
Renkli Tatiller
Havaların ısındığı bu günlerde çocuklarla nasıl bir yaz yapılabilir planları masaya yatırılıyor. Uzun yaz günlerinde eğlenmek her çocuğun hakkı ancak yaz tatili, çocuklarda öğrenmenin gerilediği bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. Buna karşılık çeşitli temel dersler olarak nitelendirilen matematik, türkçe gibi derslerin yaz kitapçıkları çocuklara, yaz tatilinde çözülmek üzere verilip derslerden daha da bıkmalarına neden olabiliyor. Peki yaz tatili çocukların hem öğreneceği, hem öğrendiklerini uygulayabileceği hem de eğlenebilecekleri bir süreç olarak nasıl değerlendirilebilir?
Yaz dönemi birçok yaz kurslarının açıldığı bir dönemdir. Çocukların doğayı tanımaları, iletişim becerileri kazanmaları, grup çalışmasıyla etkinlikler yapmaları için akranlarıyla birlikte katılacakları yaratıcı etkinlikler için ideal mekanlardır. Çocuklar bu kurslarda çeşitli disiplinleri, sanatsal etkinlikleri, spor faaliyetlerini tecrübe edebilirler. Yaz kampları küçük yaşlardaki çocukların küçük kas gelişimi için kritik etkinliklere de ev sahipliği yapabilir.
Yaz tatilinde yaz kurslarına gönderemeyen aileler çocuklarıyla farklı etkinlikler yaparak yaz dönemini etkili kullanabilir. Açık hava etkinlikleri, seramik atölyeleri ziyaret veya çamurla oyun, uçurtma yapımı, deniz kıyısı keşifleri bunlardan bazılarıdır. Bu etkinlikler çocuklarda öğrenirken eğlenmeyi de sağlar. Öğrenmelerine teşvik için etkinliklerde çocuklara yol göstermek de gerekir. Uçurtma yaparken geometrik şekillerin isimlerini ya da yaşa göre geometrik şekillerin özellikleri öğretilebilir. Denizle ilişkili etkinliklerde farklı canlıları ve niteliklerini açıklamak düşündürmek eftaldir.
Ayrıca aileler evde geçirilen süre içinde çocuklarla eğitici oyunlar oynayarak vakit değerlendirebilirler. Mangala, satranç, türkçe ve ingilizce kelimelik gibi oyunlar çocukların yıl içinde öğrendiklerini pekiştirebilecek etkinliklerdir. Ebeveynler ayrıca akıllı davranıp gün içinde küçük fırsatları çocukların öğrenmelerine adapte edebilirler. Örneğin yemek yaparken çocuğa “yemeğe bir çeyrek limon sıkalım. Bana dolaptan bir çeyrek limon verebilir misin?” denilerek öğrenilenleri pekiştirecek noktaları değerlendirmeyi hedef haline getirebilirler.
Yaz dönemi aynı zamanda çeşitli sanat kurumlarının öğrencilere yönelik etkinliklerine de evsahipliği yapar. Kısa kurlar halinde, günlük kurslar halinde ya da yaz dönemi kursları olarak değerlendirilebilecek; çakıl taşıyla resim, suluboya, kolaj çalışmaları, üç boyutlu işler gibi aktivitelere katılarak tatiller değerlendirilebilir. Aynı şekilde spor faaliyetleri hakkında fırsatlar yaz boyu değerlendirilerek öğrencilerde öğrenme, gelişme ve eğlenmeyi sağlamak mümkündür.
Tüm öğrencilere birlikte hayatın güzelliklerini öğrenip yaşayacağımız bir yaz tatili temenni ederim.
Yaz dönemi birçok yaz kurslarının açıldığı bir dönemdir. Çocukların doğayı tanımaları, iletişim becerileri kazanmaları, grup çalışmasıyla etkinlikler yapmaları için akranlarıyla birlikte katılacakları yaratıcı etkinlikler için ideal mekanlardır. Çocuklar bu kurslarda çeşitli disiplinleri, sanatsal etkinlikleri, spor faaliyetlerini tecrübe edebilirler. Yaz kampları küçük yaşlardaki çocukların küçük kas gelişimi için kritik etkinliklere de ev sahipliği yapabilir.
Yaz tatilinde yaz kurslarına gönderemeyen aileler çocuklarıyla farklı etkinlikler yaparak yaz dönemini etkili kullanabilir. Açık hava etkinlikleri, seramik atölyeleri ziyaret veya çamurla oyun, uçurtma yapımı, deniz kıyısı keşifleri bunlardan bazılarıdır. Bu etkinlikler çocuklarda öğrenirken eğlenmeyi de sağlar. Öğrenmelerine teşvik için etkinliklerde çocuklara yol göstermek de gerekir. Uçurtma yaparken geometrik şekillerin isimlerini ya da yaşa göre geometrik şekillerin özellikleri öğretilebilir. Denizle ilişkili etkinliklerde farklı canlıları ve niteliklerini açıklamak düşündürmek eftaldir.
Ayrıca aileler evde geçirilen süre içinde çocuklarla eğitici oyunlar oynayarak vakit değerlendirebilirler. Mangala, satranç, türkçe ve ingilizce kelimelik gibi oyunlar çocukların yıl içinde öğrendiklerini pekiştirebilecek etkinliklerdir. Ebeveynler ayrıca akıllı davranıp gün içinde küçük fırsatları çocukların öğrenmelerine adapte edebilirler. Örneğin yemek yaparken çocuğa “yemeğe bir çeyrek limon sıkalım. Bana dolaptan bir çeyrek limon verebilir misin?” denilerek öğrenilenleri pekiştirecek noktaları değerlendirmeyi hedef haline getirebilirler.
Yaz dönemi aynı zamanda çeşitli sanat kurumlarının öğrencilere yönelik etkinliklerine de evsahipliği yapar. Kısa kurlar halinde, günlük kurslar halinde ya da yaz dönemi kursları olarak değerlendirilebilecek; çakıl taşıyla resim, suluboya, kolaj çalışmaları, üç boyutlu işler gibi aktivitelere katılarak tatiller değerlendirilebilir. Aynı şekilde spor faaliyetleri hakkında fırsatlar yaz boyu değerlendirilerek öğrencilerde öğrenme, gelişme ve eğlenmeyi sağlamak mümkündür.
Tüm öğrencilere birlikte hayatın güzelliklerini öğrenip yaşayacağımız bir yaz tatili temenni ederim.
9 Haziran 2016 Perşembe
Alternatif Eğitimde Sanat
Alternatif eğitim, günümüzde çokça
tartışılan ve yeniliklere gebe yöntemler dizisidir. Alternatif
eğitim uygulamasıyla birlikte eğitimde farklılıklar oluşturmak
ve bu farklılıkların verimliliğinin nasıl olacağı
düşünülmelidir. Alternatif eğitimde sanat ise sanatın nasıl
uygulanacağından ziyade sanat ve alternatif eğitim uygulamalarının
entegre olmasıyla birlikte eğitimde ortaya konacak yeni projelerin
neler olabileceği konusunda akademisyenlere, eğitim reformcularına
ışık olacaktır.
Alternatif eğitimde sanatın işlenmesi
söz konusu olduğunda, sanat ve sanatsal uygulamaların varlığı
ve bu uygulamaların eğitime işlenmesinde farklı eğitim
metotlarının uygulanması dikkate alınır. Montessori, Waldorf gibi yaklaşımlarda eğitim uygulamalarındaki metotların işlenmesi sırasında araç olarak resim, heykel vb. etkinliklere başvurulabilir. Endonezya'da yer alan Green School Bali gerek mimarisi gerek uygulama etkinlikleriyle iyi bir örnektir.
Alternatif eğitimin gerekliliği, eğitimde var olmasının önemi, uygulamasının ne ölçüde olacağı, hangi yaşlarda uygulanacağı başka bir tartışma konusudur ancak alternatif eğitimin uygulanması aşamasında sanatın işlerliği öğrencilerin etkinliklere katılımını arttıracağı gibi, farkındalık kazanmasına yardım eder, çok boyutlu düşünebilmesini destekler.
Alternatif eğitim uygulamalarında sanatı nasıl işleyeceğimizi bilmek, eğitimcilere alternatif eğitim ve sanat konusunda bilgi sahibi olmak ön şartını koşmaktadır. Bunun için alternatif eğitim uygulamalarını ezberlemek ve sınıf ortamında bunları deneyimlemek yeterli olmamaktadır.
Alternatif eğitimlerdeki felsefenin çıkış noktasını algılayıp, yöntemin asıl amacını içselleştirerek sınıf içi, sınıf dışı etkinliklere entegre etmek yoluyla daha özgün ders işlenebilir. Bir sınıf ortamını atölye gibi de değerlendirebilirsiniz ya da sınıf dışında ders etkinliklerini de gerçekleştirebilirsiniz.
Tüm bunları gerçekleştirirken sanata da dokunabilirsiniz. Matematikte kesirleri anlatan kolaj çalışması yaptırabilir, fen dersi için deney düzeneği maketleri oluşturtabilir, sosyal bilgilerde haritaları zihin haritası olarak yeniden işlemelerini ve özgün haritalara sahip olmalarını sağlayabilirsiniz. İngilizce şiirler yazmalarını, bu şiirleri müzikal oyun tadında oynamalarını çalışmalarını sergilemelerini ya da yarışmalar yapmalarını sağlayabilirsiniz. Bir fen dersinde bitki dikmeyi de tecrübe edebilmelerini sağlayabilirsiniz.
Eğitimde öğrenmeler gerçekleşirken sanata da dokunan, sanatı algılayan, çoklu disiplinle öğrenen nesillerin güzel işler yapacağına olan inancımızla...
Alternatif eğitimin gerekliliği, eğitimde var olmasının önemi, uygulamasının ne ölçüde olacağı, hangi yaşlarda uygulanacağı başka bir tartışma konusudur ancak alternatif eğitimin uygulanması aşamasında sanatın işlerliği öğrencilerin etkinliklere katılımını arttıracağı gibi, farkındalık kazanmasına yardım eder, çok boyutlu düşünebilmesini destekler.
Alternatif eğitim uygulamalarında sanatı nasıl işleyeceğimizi bilmek, eğitimcilere alternatif eğitim ve sanat konusunda bilgi sahibi olmak ön şartını koşmaktadır. Bunun için alternatif eğitim uygulamalarını ezberlemek ve sınıf ortamında bunları deneyimlemek yeterli olmamaktadır.
Alternatif eğitimlerdeki felsefenin çıkış noktasını algılayıp, yöntemin asıl amacını içselleştirerek sınıf içi, sınıf dışı etkinliklere entegre etmek yoluyla daha özgün ders işlenebilir. Bir sınıf ortamını atölye gibi de değerlendirebilirsiniz ya da sınıf dışında ders etkinliklerini de gerçekleştirebilirsiniz.
Tüm bunları gerçekleştirirken sanata da dokunabilirsiniz. Matematikte kesirleri anlatan kolaj çalışması yaptırabilir, fen dersi için deney düzeneği maketleri oluşturtabilir, sosyal bilgilerde haritaları zihin haritası olarak yeniden işlemelerini ve özgün haritalara sahip olmalarını sağlayabilirsiniz. İngilizce şiirler yazmalarını, bu şiirleri müzikal oyun tadında oynamalarını çalışmalarını sergilemelerini ya da yarışmalar yapmalarını sağlayabilirsiniz. Bir fen dersinde bitki dikmeyi de tecrübe edebilmelerini sağlayabilirsiniz.
Eğitimde öğrenmeler gerçekleşirken sanata da dokunan, sanatı algılayan, çoklu disiplinle öğrenen nesillerin güzel işler yapacağına olan inancımızla...
14 Mayıs 2016 Cumartesi
Z KUŞAĞININ SINAVLARLA İMTİHANI
Z kuşağı veya yeni jenerasyon gençlerin hızlı bir teknolojiyle yaşadığını, hayatlarındaki birçok edimi değişen dünya düzenine göre oluşturduklarını gözlemliyoruz. Bizler onlarla aramızdaki farkları hesaplarken aslında z kuşağının eğitimle olan ilişkinin boyutlarını dikkate almayı kaçırıyoruz.
Yeni dünya düzenine göre bireyler daha hızlı değişikliklere maruz kalıyor, bunları tecrübelere entegre edebiliyorlar. Ancak hal böyleyken durumlardaki kısıtlamalar z kuşağı gençleri çileden çıkartabiliyor. Tam da bu sorunların tam kalbine indiğimizde görüyoruz ki, eğitim sistemindeki düzen z kuşağı için anlaşılmaz hal alıyor.
Eğitim sistemindeki aksaklıklar, yanlışlar tüm bireyler için geçerli ancak bu hızlı değişimle birlikte makas iyice açılıyor. İletişim kurmayı yüz yüze gerçekleştirmekten çok sanalla kurgulayan, notlarını dijital ortamlara kaydeden bir çoğunluğu, kağıt üzerinde çoktan seçmeli sınavlara tabi tutmak, başarı ölçmede kuraktır.
Diğer bakış açısıyla irdelediğimizde aynı atmosferi hissedeceğimiz paylaşımlarda bulunmak, ilişkilerimizi yüz yüze gerçekleştirmek gibi faktörleri sanal dünya gençleri diye tabir edilen kişilere dikte ederek, faydalı olana yönlendirme gibi bulgulara varabiliyoruz. Bu noktada objektif çözümler getirmek olası yöntemlere ulaşmayı kolaylaştıracaktır. Kısacası z kuşağı gençlerini istenilene alıştırmaya çalışmak yerine yeteneklerini maksimum verimle kullanmayı öğretmek amacımız olmalıdır.
Yüz yüze paylaşımlar kazandıracak etkinlik ödevleri, sosyal sorumluluk projeleri gibi etkinliklerle sanal gerçek ayrımını öğrencilere yaşatmak mümkün olabileceği gibi; anladıklarını etkili kullanabilmelerini sağlayacak edimlere yönlendirmek için yeni öğrenmelere teknolojiyi entegre etmek de mümkündür. Ancak bu noktada teknolojiyi etkili kullanmak ve dikkatleri çekerek yeni öğrenmelere zemin hazırlamak için eğitimcilerin teknolojiyi de kullanmaları gerekmektedir. Hatta iki farklı dersin ortak çalışmaları öğrencilere sunulabilir.
Örneğin bir okulda bilgisayar dersi öğretmeni bir sunum hazırlamak, matematik dersi öğretmeni bir matematikçinin hayatını araştırmak ödevlerini verebilirler. Bunun yerine matematikçinin hayatını araştırıp, sunum olarak düzenlemek ve sunmak ödevi hem daha etkili, dikkat çekici, hem de bilgilerini uygulamak açısından etkili yöntem olarak değerlendirilebilir. Öğretmenler arası bu koordinasyon öğrencileri motive eder. Öğrenciler bu şekilde tek ödev hazırlamış olurlar. Öğretmenler ise bu ödevin yanına teknik gezi, okul içinde düzenlenecek projeler gibi etkinliklerle öğrencilere ödev yükü değil öğrenme güdüsü aşılayabilirler.
Yeni dünya düzenine göre bireyler daha hızlı değişikliklere maruz kalıyor, bunları tecrübelere entegre edebiliyorlar. Ancak hal böyleyken durumlardaki kısıtlamalar z kuşağı gençleri çileden çıkartabiliyor. Tam da bu sorunların tam kalbine indiğimizde görüyoruz ki, eğitim sistemindeki düzen z kuşağı için anlaşılmaz hal alıyor.
Eğitim sistemindeki aksaklıklar, yanlışlar tüm bireyler için geçerli ancak bu hızlı değişimle birlikte makas iyice açılıyor. İletişim kurmayı yüz yüze gerçekleştirmekten çok sanalla kurgulayan, notlarını dijital ortamlara kaydeden bir çoğunluğu, kağıt üzerinde çoktan seçmeli sınavlara tabi tutmak, başarı ölçmede kuraktır.
Diğer bakış açısıyla irdelediğimizde aynı atmosferi hissedeceğimiz paylaşımlarda bulunmak, ilişkilerimizi yüz yüze gerçekleştirmek gibi faktörleri sanal dünya gençleri diye tabir edilen kişilere dikte ederek, faydalı olana yönlendirme gibi bulgulara varabiliyoruz. Bu noktada objektif çözümler getirmek olası yöntemlere ulaşmayı kolaylaştıracaktır. Kısacası z kuşağı gençlerini istenilene alıştırmaya çalışmak yerine yeteneklerini maksimum verimle kullanmayı öğretmek amacımız olmalıdır.
Yüz yüze paylaşımlar kazandıracak etkinlik ödevleri, sosyal sorumluluk projeleri gibi etkinliklerle sanal gerçek ayrımını öğrencilere yaşatmak mümkün olabileceği gibi; anladıklarını etkili kullanabilmelerini sağlayacak edimlere yönlendirmek için yeni öğrenmelere teknolojiyi entegre etmek de mümkündür. Ancak bu noktada teknolojiyi etkili kullanmak ve dikkatleri çekerek yeni öğrenmelere zemin hazırlamak için eğitimcilerin teknolojiyi de kullanmaları gerekmektedir. Hatta iki farklı dersin ortak çalışmaları öğrencilere sunulabilir.
Örneğin bir okulda bilgisayar dersi öğretmeni bir sunum hazırlamak, matematik dersi öğretmeni bir matematikçinin hayatını araştırmak ödevlerini verebilirler. Bunun yerine matematikçinin hayatını araştırıp, sunum olarak düzenlemek ve sunmak ödevi hem daha etkili, dikkat çekici, hem de bilgilerini uygulamak açısından etkili yöntem olarak değerlendirilebilir. Öğretmenler arası bu koordinasyon öğrencileri motive eder. Öğrenciler bu şekilde tek ödev hazırlamış olurlar. Öğretmenler ise bu ödevin yanına teknik gezi, okul içinde düzenlenecek projeler gibi etkinliklerle öğrencilere ödev yükü değil öğrenme güdüsü aşılayabilirler.
28 Nisan 2016 Perşembe
Özgün Eğitim
Gün geçmiyor ki eğitim alanında
yapılan yeniliklere bir yenisi eklenmesin. Mühim olan ise hangi
yeniliğin fayda sağladığı, verimli sonuçlar ürettiğidir.
Toplumda hemen hemen her alandaki
iyileşmenin arkasında başarılı bir eğitim olduğu gün gibi
aşikardır. Eğitimin iyileştirildiği, amacına hizmet eder
şekilde işlediği toplumlarda; toplumun diğer alanlarında da
düzenin daha kolay sağlandığı ve toplumdaki bireylerin de bunu
tercih ettiklerini biliriz. Bu çerçevede eğitimin
iyileştirilmesini hepimiz isterken sorulması gereken soru bunun
nasıl olacağıdır.
Eğitimin sürdürülebilir bir
verimliliğe ulaşması için etkili adımların neler olacağı
günümüz aydınlarının tartışma konusudur. Hal böyle iken
tartışmaları nihayete erdirmek, yapılan ve yapılacak reformların
meyvesini görebilmek için çabalayacağımız alanların,
atacağımız adımların neler olduğunu hasbihal ederken elimizde
doğru verilerin varlığını da sağlamamız gerekmektedir. Doğru
bilgilere ulaştığımız sürece yorumlarımız bizleri doğru
neticelere ulaştırır.
Bu bağlamda araştırılması gereken
farklı disiplinlerle ortaklaşa yapılacak çalışmalar sonucu,
eğitimin hangi işlevinin yerine getirilmesini istiyorsak bu uğurda
bilgi toplamak; toplanan bilgiler sonucu doğru yöntemleri
uygulamaya sürmektir.
Eğitim sisteminde yapılacak
değişimlerin geniş perspektifte tartışılmasıyla uygulamaya
konulacağının yanında hemen gerçekleşemediği de açıktır.
Burada öğretmenlere düşen ise yapılandırmacı yaklaşım adı
altında yürürlükte olan programın uygulanması esnasında,
yapılandırmacılığa yaraşır faaliyetleri işlerliğe sunmaktır.
Aslında bu noktada özgün ders nasıl işlenir sorusunu sormak
eğitimcilerin boynunun borcudur demek doğru olacak.
Eğitimcilerin ders içi
etkinliklerinin nasıl olacağı konusunda dünyada farklı örnekler
mevcuttur. Bu örneklerden yola çıkarak öğrencilerin, eğitimin
görevini icra edecek edimleri kazanmaları konusunda, kültürümüze
entegre yöntemlerin neler olacağı düşünülebilir. Öğretmenler
toplumumuzun kültürünü düşünerek bu yöntemleri yeniden
işleyebilirler.
Tüm bunlarla birlikte aynı bölgedeki
birçok okulun öğrenci profilinin de aynı olamayacağı/ olmadığı
tecrübe edilir. Eğitimciler öğrencilerin yaşadıkları bölgeye,
aile içinde edindikleri tecrübelere bakarak daha kolay
öğrenmelerini sağlayacak, eğitimin işlerliğini arttıracak
yöntemleri uygulayabilirler.
Mikro ölçekte baktığımızda, aynı
sınıf içinde birbirinden farklı sosyokültürel tecrübelere
sahip öğrencilerin bulunması mümkündür. Bu durumda
birbirlerinden farklı edimleri tecrübe etmiş öğrencilerin,
birbirlerinden de öğrenebileceklerini düşünüp; etkinlik içi
yapılacak faaliyetlerde, öğrenci eşleştirmelerinde bu faktörü
de göz önünde bulundurmak eftaldir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)